Türkiye son dönemde, özellikle ABD’nin JSF (Joint Strike Fighter – Müşterek Taarruz Uçağı) Programı’nda Türkiye’ye yönelik uyguladığı ambargodan sonra İHA’ların insanlı muharip uçakların yerini alıp alamayacağını tartışıyor.
Bu tartışma, kuşkusuz küresel savunma vizyonu çerçevesinde pek çok gereksinimle örtüşüyor gibi görünse de özünde daha derin bir noktada henüz olgunlaşmamış, hâlâ ham bir halde bekliyor.
O da aslında bir platform dönüşümünden daha çok bir doktrin/konsept dönüşümü noktasında sıkışıyor: İnsan faktörünü muharebe sahasında ne kadar azaltabiliriz?
Tartışmanın esas sorusu bununla da bitmiyor çünkü söz konusu dönüşüm “İnsansız” bir noktaya getirilmeden önce daha alt kavramların yanıt bulması gerekiyor.
İnsanı neden muharebe sahasından çıkarmak istiyoruz?
“İnsani” duygular nedeniyle mi, yoksa hatalarından mı sıkıldık?
Yoksa hata olarak gördüğümüz ve yapay zekâlara devrettiğimiz şeyler aslında bizi güçlü kılan yönler mi?
Etik bunun içinde yer alıyor mu?
Muharebe sahasında insana karşı insansız sistemler savaşın vicdanını ne şekilde etkiler?
Bu sorunlara herkesin yanıtı farklı olabilir ancak hava sistemlerinde İHA konseptine çok önce şans veren Amerikan Hava Kuvvetleri, uzun zaman önce yayınladığı raporlarla insanı ve insan davranışlarını modellemenin mümkün olmadığını, dolayısıyla modellenemeyen bir şeyin ikamesinin olamayacağını hatta ABD’nin bu süreçte insansız sistemleri bir ikame aracı olarak değil, insan hatasını asgariye indiren bir destek unsuru olarak gördüğünü net bir şekilde ifade etmişti.
Bu yeni konsept, dolayısıyla keşif, gözetleme, istihbarat gibi misyonlarla kullanılmış ancak bir “Suikast silahı” itibarının ötesine geçememişti.
İHA’larla ilgili Avrupa ülkelerinin de henüz bir dönüşüm öngörmediğini düşünmek, bitmeyen projelerine ve yeni nesil uçak projelerine bakıldığında mümkün.
Türkiye bu noktada hem iç güvenlikte hem de Libya ve Azerbaycan çatışmalarında hâlâ tartışmalı olarak görülen bir konseptin doktrinleşmesiyle ilgili en belirgin kullanım şeklini sergiledi.
İHA’ların sadece oyuncu değil, oyun bozan kimlikleri dünyada pek çok ülkenin bu hamleyle dikkatini çekti…
Ancak…
Doktrinleşme süreci yeni başlayan bu konseptin kısa vadede insanlı hava platformlarının yerini alacağını söylemek hâlâ doğru değil çünkü vekâlet savaşlarında ya da asimetrik harp yöntemlerinde pekala denge değiştirici olabilecek bir silah sistemi, konvansiyonel muharebe ortamında gelişimini tamamlamadan caydırıcılık teşkil etmeyebilir.
Envanterdeki herhangi bir savaş uçağı, herhangi bir misyonuyla tabii ki bir İHA ile ikame edilebilir ancak, küresel güç dengesi mantığı içinde, bugünkü koşullarda örneğin F-16’ya karşı bir İHA’nın etkinliğini tartışmak elmayla armutu kıyaslamak olacaktır.
Bunun daha maliyet etkinlik, karşı-tedbir sistemlerine dayanım vb. gibi birçok tartışma alanı var ama şu anda bunun insansızlaştırma boyutu ile ilgileniyoruz.
Günün sonunda, doktrinleşme evresi başlamış bir konseptten bahsediyoruz.
Konseptler gelişebilir, değişebilir ancak bir doktrinin ikamesi söz konusuysa, önce kanla yazdığımız satırları ne ile sileceğimizi bulmak zorundayız.
O satırların tek silgisi de Türkiye’nin kendi emekleriyle ürettiği Hürkuş’u, Hürjet’i ve MMU’su olacaktır.
Çanakkale Kara Savaşları sırasında Mustafa Kemal askerlerine, “Ben size savaşmayı değil, ölmeyi emrediyorum” direktifini vermiş ve kahraman neferler gözlerini kırpmadan şehadete yürümüşlerdi.
İHA’larımız, teknolojik gelişimleri tamamlanana kadar, “Oyunu bozmaya devam edecek.”
Ancak…
Bu gelişim tamamlanana kadar geçecek sürede yapay zekâya sahip otonom özellikte bir S/İHA’ya “Ölmesi” emredildiğinde ölmek yerine, üssüne geri dönecek.