Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü’nün yani İngilizce kısaltması ile tanıdığımız NATO’nun içerisinde 67.yılımızı doldururken yaşadığımız diplomatik sarsıntılar nedeni ile hem ittifak içerisinde hem de ittifak dışı müttefiklik ilişkilerimizde zor dönemlere girdik. Özellikle Akdeniz’de hissettiğimiz “yalnızlık”, bölgede gerçekleştirmeyi hedeflediğimiz adımlarımızı atarken önümüze çıkan zorluklara zorluk ekledi.
ABD, Birleşik Krallık, Almanya, Fransa ve daha pek çok ülke ile yaşadığımız diplomatik/siyasi krizlerin ardından “yalnız” kalan Türkiye’yi, hem bu ülkeler ile arasını daha da bozmak hemde NATO ittifakı içerisinde zor duruma düşürmek çok daha kolay hale geldi. Bu durum özellikle Rusya için bir fırsat konumundaydı. Fırsatı değerlendirmek için Türkiye’nin uzun yıllardır ihtiyacını hissettiği ve müttefikleri ile anlaşamayıp tedarik edemediği “uzun menzilli hava savunma sistemi” Rusya tarafından tedarik edilebilirdi ve Ruslar bunu gerçekleştirdi. Böylelikle “kurdun ayı ile valsi” başladı.
Vals, 2015’te Başladı
24 Kasım 2015 tarihinde Suriye sınırında Rus Hava Kuvvetleri’ne ait Su-24M’in Türk Hava Kuvvetleri’ne ait F-16 tarafından vurulmasının ardından kötüleşen ve hatta “hostile” (muhalif) derecesine inen Rusya-Türkiye ilişkileri özellikle Türkiye’yi ciddi sıkıntıya sokmuştu. Başta enerji olmak üzere turizm ve diğer alanlarda Rusya ile yakın işbirliği içerisinde olan ve hatta bazı konularda “bağımlı” denilebilen derecede Rusya’ya ihtiyaç duyan Türkiye, pazar gücünün önemli üyesini kaybeden ve ekonomisinde gelir kaybı yaşayan Rusya ile ilişkilerini arttırmak için bazı fedakarlıklar gerçekleştirmek zorunda kalmıştı. Belki de bunlardan en büyüğü yüksek maliyetli silah sistemi alımı olabilirdi.
Kasım 2016’da Rusya ile görüşmelerin yapıldığı açıklanıp Nisan 2017’de eski Milli Savunma Bakanı Fikri Işık tarafından yapılan “acilen hava savunma sistemine ihtiyacımız var” açıklaması ile S-400 alımı hızlandırıldı ve kararlaştırıldı. Türkiye daha öncesinde 3,4 milyar dolar değerindeki bir anlaşma ile Çin’den HQ-9 almayı kabul ederken ABD ve NATO’dan gelen tepkilerin ardından, “teknoloji transferi istenilen derecede olmadı” açıklaması ile iptal etmiş arından Rus S-400’üne yönelmişti. 2,5 milyar dolar değerindeki bir anlaşma ile alınan S-400’lerin Türkiye’nin talep ettiği isterleri hangi derecede karşıladığı, ne gibi teknoloji transferi içerdiği veya nasıl bir “ortak üretim” planlamasını barındırdığı “devlet sırrı” olması gerekçesi ile açıklanmadı.
Tüm bu süreç devam ederken ABD-AB ve NATO’dan gelen tepkiler artmaya başladı. Bu tepkilere tepki gösteren Türkiye, işi daha da büyüterek Rusya’dan başka silah sistemlerinin de alınabileceğini ifade etti ve Su-35, Pantsir gibi sistemleri gündeme getirdi. Türkiye, Rusya’ya güvenmeye devam ederek ve Rusya ile mevcut sorunların aşılabileceğini düşünerek F-35 programından çıkarılmayı dahi göze almışa benziyordu.
Valsi sürdüren Rusya, Türkiye’nin NATO ittifakı ve müttefiklik ilişkilerinde zor duruma düştüğünü gördü ve “olaya karışmamayı” tercih ederek herhangi bir açıklama yapmadı. Türkiye’nin F-35 programından çıkarılması olayına dahi yüksek mevkiden bir açıklama yapmayan Rusya, ürünlerini pazarlamaya devam etti ve S-400 alımının iptalini engellemek için “Türkiye istediğini alır”,”S-400’ü ortak geliştirebiliriz” açıklamaları ile çıkarlarını korumaya devam etti. Öyle ki Rus Duması Savunma Komisyonu Başkanı Vladimir Şamanov: “Biz Türkiye’ye S-400 sevkiyatından vazgeçmeyeceğiz. Ama Türkiye’nin vazgeçme ihtimali dışlanamaz.” açıklamasında dahi bulundu. Vals en çok Rusya’ya zevk veriyordu.
Kurt Ayıdan Daha Heyecanlıydı
Suriye başta olmak üzere pek çok alanda Türkiye’ye karşı olan Rusya, Türk kamuoyuna adeta “kahraman” olarak tanıtılmıştı. “Türkiye’ye hava savunma sistemi satan Rusya”, “Ruslar Türklere güveniyor” gibi başlıklı haberler ile Türk halkına “Rus” propagandası yapılıyor ancak gerçekler gösterilmiyordu. Bu gerçeklerin arasında Rusya’nın, Türkiye’nin Kıbrıs münhasır ekonomik bölgesindeki eylemlerinden endişeli olduğu belirtilerek taraflara gerilimi tırmandıracak adımlar atmaktan çekinme çağrısı yapması ve Türkiye’nin bölgedeki tutumunu “endişe duyuyoruz” şeklinde değerlendirmesi, Karadeniz savaş gemisi filosunu genişletip Kırım’a anti-gemi füze sistemleri konuşlandırması, Yunanistan ile askeri alanda işbirliği kararı alması, Akdeniz ve Karadeniz’e hava savunma sistemleri konuşlandırarak hava sahası üstünlüğünü ele geçirme çabası geliyordu. Bu gerçekler askeri konuları ön planda tutsa da ekonomik ve sosyal konularda da Rusya Türkiye’ye “kahramanca” davranmıyordu.
Tüm bu gelişmeler sürerken Türkiye bir yandan müttefikleri ile arasını iyi tutabilmek adına diplomatik görüşmelere devam ediyor ancak somut adım atmıyordu. Türkiye’nin müttefikleri S-400 alımından vazgeçilmesini talep ederken Türkiye bu alımı hızlandırmaya çalışıyordu. Bunda haklı gerekçeleri de vardı. Türk hava sahasını uzun menzilde koruyacak bir sistemin ihtiyacı stratejik bir öneme sahipti.
Yakın zamanda Suriye’de Rusya destekli rejim güçleri ile karşı karşıya gelen Türkiye, Rusya ile mecburi olarak işbirliği gerçekleştirmek zorundaydı. Rus uçağının düşürülmesinin ardından bölgeye sevk edilen Rus hava savunma sistemleri ve uçakları Türkiye’nin bölgedeki harekat kabiliyetini kısıtlayacaktı. Türkiye, Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı ile önemli bir başarı sağlamış olsa da ileride Rusya ve rejim ile sorunlar yaşayacağını biliyordu. Rejimin topraklarını geri almak istemesi, Idlib’in rejime geçmesi ve böylece rejimin zaferini kesin bir dille ilan etmesi Rusya’nın istediği iken Türkiye’nin başarısız olması demekti.
Ayak Adımları Karıştı Ritim Bozuldu
Idlib ve çevresinde bugüne kadar kısa ve aralıklı çatışmalar yaşanmış ve diplomatik kanallardan bu çatışmalar sonlandırılmıştı. Ancak taraflar birbirlerini suçlamaya ve sorunun çözümü için karşı tarafı hamle yapmaya davet etmeye devam ediyorlardı. Karşılıklı gelen açıklamalar ile fikir çatışmasının arttığı daha net görülebiliyordu. Rusya “Suriye’nin Idlib şehri civarlarında kurulan ve Türk Silahlı Kuvvetleri yönetimindeki gözlem noktalarının, teröristlerin provokatif saldırılarını önleyeceğini umduklarını ama bunun olmadığını, teröristlerin provokasyonları Türk gözlemci askerlerin başları üzerinden yapılmaya devam ettiğini” bildirerek Türkiye’yi adeta terör destekçisi ve başarısız bir ülke olarak tanımlarken Türkiye, Rusya’yı defalarca uyardığını ve Idlib’e gerçekleştirilen saldırıları kınadığını bildirmişti. 20 Ağustos 2019 tarihinde Idlib semalarında Rus Su-35’inin Türk F-16’sını engellemesi ile diplomasi kanalının tıkandığı, çıkar çatışmasının arttığı daha net gözüktü.
Akdeniz’de ekonomik/askeri ve diplomatik gücü elinde tutmak isteyen Rusya Suriye’nin Tartus Limanını ticari faaliyetler amacı ile 49 yıllığına kiralamıştı. Böylelikle Akdeniz’deki gücünü daha da arttıran Rusya daha önce 2017 yılında da Tartus’daki askeri bölgeyi 49 yıllığına kiralamıştı. Türkiye’nin Akdeniz’de hak iddia ettiği alanları ve ekonomik bölgeyi kendi çıkarları gereği tehdit olarak gören Rusya bu bölgede de Türkiye’ye destek vermedi.
Karadeniz’in en güçlü donanmalarından birisine sahip olan NATO üyesi Türkiye Cumhuriyeti’nin donanmasının önüne geçebilmek için çalışmalarını sürdüren Rusya, 2019 yılında donanmasının Karadeniz Filosu’na 12 yeni gemi ekleneceğini bildirmişti. Bunun yanı sıra Kırım’a konuşlandırılan S-400 ve BAL anti-gemi füzeleri ile hem hava hem de deniz sahasının kontrolünü ele geçiren Rusya aynı taktiği Akdeniz’de de uyguladı ve hava savunma sistemleri konuşlandırdı.
Yine Karadeniz (Kırım ve çevresi) ve Akdeniz’e (Tarsus ve Khmeimim) elektronik harp sistemleri konuşlandıran Rusya adeta Türkiye Cumhuriyeti’ni kuşatmıştı. S-400’ü teslim alan ve aktif hale getirmeye çalışan Türkiye bir çıkmaza girmiş gibi gözüküyordu. S-400 alımının durdurulması ve mevcut alınan sistemin kurulumunun iptal edilmesi başta Suriye olmak üzere pek çok alanda Rusya ile yaşanan zorluğu arttıracağı gibi Türkiye’nin uluslararası alanda itibarını daha da zedeleyecek bir hal almıştı. Ancak S-400 kurulumuna ve alımına devam edilirse Rusya ile yaşanan sorunlar sonrası ilişkilerde yaşanan gerilemede sistemlerin ne derecede kullanılabilinir olduğu sorusuna bir yanıt verilemiyordu. Amerikan veya herhangi bir yabancı ülkenin hava savunma sistemi hakkında “sistemi üreten ülke kendi uçaklarını vurdurtmaz” düşüncesi adeta Ruslar için yok sayılmış ve kamuoyuna Türk medyası tarafından “tamamen bağımsız” bir sistemmiş gibi gösterilmişti. Ancak bunun cevabı “devlet sırrı” olan detaylarda saklıydı ve bilinemezdi. İhraç versiyonu olan bir sistemin kendi uçaklarını vurabilmesi, Idlib’te Türk F-16’sına Türk S-400’ü yüzünden engelleme yapamayan bir Rus Su-35’i demek..
Müzik Bitti Vals Sona Erdi
Suriye, Akdeniz ve Karadeniz derken çıkar çatışması artık tamamen belirgin olan Türk-Rus ilişkilerinde “diplomatik çözümler” zor gözüküyor. 20 Ağustos 2019 tarihinde Idlib semalarında uçan Türk F-16’sının Rus Su-35’i tarafından engellenmesi ve Idlib’in bombalanması meselenin artık sonuçlanmaya yakın olduğunu ve güç gösterilerinin başladığını gösteriyor. Taraflardan biri diplomatik bir bozguna hazırlanıyor.
Bu zorlukları yaşayacağını tahmin eden Türkiye müttefikleri ile olan ilişkilerini geliştirmek ve gücün arttırmak için çalışmalarına devam etti. EUROSAM/ASELSAN-ROKETSAN üçlüsünün ortak geliştirdiği ASTER-B1 NT çalışmaları devam ederken ABD ile Suriye’nin Kuzeyinde “güveli bölge” çalışmaları da hızla devam ediyor. Son derece karmaşık bir hal alan Suriye’de tutunma ve söz sahibi olma isteği Türkiye’ye pahalıya mal oldu.
Kısacası “ayı ile vals” en çok ayıya zevk verdi ve müzik bitti. Dinginliğini kaybeden ayı ne yapacak zaman gösterecek..