TANIM VE COĞRAFİ YAPI
Ortadoğu, coğrafi, ekonomik ve kültürel zenginliği sebebiyle neredeyse insanlık tarihi kadar köklü bir geçmişe sahiptir. Coğrafi açıdan Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının birleştiği Ortadoğu, Musevilik,Hıristiyanlık ve Müslümanlık dinlerinin de çıkış noktalarını içinde barındırdığından bir taraftan da kutsal topraklar olarak kabul görmüştür. Bölge aynı zamanda “Yakın Doğu” olarak da adlandırılıyor. Fakat Avrupalı devletler açısından Uzak Doğu’ya giden yolun tam ortası konumunda bulunduğu üzere Ortadoğu tabirini almıştır. Yani Ortadoğu tanımı coğrafi bir terim değildir. Siyasi bir tanımdır. Bölge coğrafi yapısı itibariyle dünyanın en büyük nehirleri olarak bilinen Dicle, Nil ve Fırat nehirlerini içinde bulundurmaktadır. İklimi sıcak ve kurak olsa da, çölleri geceleri çok soğuk olmaktadır.
TARİHSEL ZENGİNLİK
İnsanlık 5000 yıl öncesinde yazıyı keşfederek, ticaretini kolaylaştırırken kendisini de ifade etmeyi öğrendi. Dolayısıyla edebiyatı, tarihi, bilimi özetle her alanda duygu ve düşüncelerini aktarmaya başladı. Bu büyük adım da yine Ortadoğu sınırlarında yaşandı. İnsanın kendini ifade etmesiyle birlikte var oluşunda her zaman olan “Çatışma” kavramı da şekillenmeye başlandı. Ortadoğu’da kurulmuş olan ilk medeniyetler, aralarında ittifakları ve çatışmaları barındırmış, Dünya üzerindeki ilk savaşta ilk barışta bizlerin de tarihten bildiğimiz üzere “KADEŞ” barışı ile yine Ortadoğu topraklarında yaşanmıştır.
PETROL’ÜN DOĞUŞU
Doğu ile Batıyı birbirine bağlayan ticaret yolları üzerinde bulunması; önemli su kaynaklarını ve kanalları barındırması sebebiyle tarihsel konjonktür içerisinde önemini asla yitirmemiştir. Bugün için Ortadoğu’yu önemli kılan ise 1800’ler sonlarına doğru keşfedilen petrol olmuştur. Ortadoğu hem petrol hem de gaz rezervi gibi zengin enerji kaynakları konusunda dünyanın en zengin bölgesi konumundadır. Petrol dünyanın en kıymetli ve rakipsiz hammaddesi haline geldikten sonra, petrolün çıktığı her yerde savaşlar, hükümet darbeleri birbirini kovalamış ve petrole sahip memleketlerin halkları hiçbir zaman rahat nefes alamamıştır. Bu durumdan Ortadoğu da fazlasıyla nasibini almış, Ortadoğu’da petrol, kan ve politika birbirine karışmıştır.
Petrol özellikle 20. yy’a damgasını vurdu. 1. Dünya Savaşı’nın öncesinde Churchill, Osmanlı’ya bağlı topraklarda petrol arama faaliyetine başlayarak, petrol ticaretini kontrol etme çabası içerisine girmişti. Almanya da ise Bağdat-Berlin demiryolu ile civardaki petrol yataklarını kontrolü altına almak isteniyordu. 1. Dünya Savaşı ile birlikte bu topraklar ve petrol, Osmanlı İmparatorluğu’nun etki alanından çıkarılarak emperyalist ülkelerin himayesine sokuldu. 2. Dünya savaşının çıkışında da petrol faktörü ön plana çıkmıştır. Hitler’in Sovyetler Birliği’ni işgal etmesindeki en önemli etkenlerin başında gene Kafkasya’daki petrol yataklarını ele geçirme düşüncesi gelmektedir. Amerika’nın Avrupalı müttefiklerini yanına alarak Körfez Savaşı’nı başlatmasının sebebi, Kuveyt halkını Saddam’ın işgalinden kurtarmak değil Kuveyt petrollerini Saddam’a bırakmamaktı. 11 Eylül’ü bahane ederek başlattığı Ortadoğu’ya kan ile demokrasi götürme girişimi bölge ve bölge zenginliklerini kontrolü altına alma hevesinden başka bir şey maalesef olmamıştır.
TÜRKİYE’NİN ORTADOĞU POLİTİKASINA KISA BİR BAKIŞ
Türkiye’ye baktığımızda ise genel olarak I. Dünya Savaşı esnasında Arapların ihanetinden söz edilirken, Türkiye’deki kamuoyunun bir kısmının Orta Doğu’yu Türkiye için vazgeçilmez bir bölge olarak görmekte, bir başka kesim ise bölgenin karmaşık yapısından hareket ederek sorunlardan uzak durulmasını önermektedir. Aynı şekildeki görüşler Arap kamuoyunda da söz konusudur. Arapların bir kısmı Türkiye’yi devamlı emperyalist politikalar izleyen bir imparatorluğun mirasçısı olarak görürken, bir kısmı ise Osmanlı’nın devamı olarak düşündükleri Türklere büyük bir saygı duymaktadır.
Cumhuriyet tarihinden beri Türkiye Orta Doğu Politikalarında oldukça mesafeli bir politika izlemiştir.Ancak Türkiye, Ahmet Davutoğlu döneminde yeni vizyonuyla beraber Orta Doğuda artık kesin olarak türbinlerden seyreden bir oyuncu olmak yerine aktif şekilde sahaya inen, orda oyun oynamak isteyen ve hatta biraz da kaptanlık yapmaya gayret eden bir aktör haline gelmeye başlamıştır. Filistin devletinin BM tarafından tanınması süreçleri ve İsrail ile gerilimler burada Türkiye’nin Orta Doğu’da rol almaya gayret ettiğinin göstergesidir.
Türkiye’nin Orta Doğu politikasını etkileyecek faktörleri net şekilde belirlemek pek mümkün olamamaktadır. Çünkü bu faktörler birbiri içinde karmaşık bir yapıdadır. Bahsettiğimiz unsurlar Kuzey Irak ve kürt devleti oluşturma çabaları, PKK sorunu, Türkmenler faktörü, Filistin-İsrail çatışması bunun yanında da bir İran tarafı. Burada oluşturulabilecek herhangi bir politika unsurlar arasındaki çatışmayı getirerek oluşturulmuş dengeleri bozabileceğinden Türkiye bu konuda ikilemde kalmaktadır. Bu karmaşık düzen içerisinde ise Türkiye, bölgede uzlaşmacı ve dengeleyici tavrının yanında yeri geldiğinde de aksiyoner hareketler göstermektedir.
SONUÇ
Bugüne kadar gelen süreçte bölgede istikrardan çok çatışmalar hakim olmuştur. Bu çatışma ve kargaşanın önemli bir bölümünü Ortadoğu’ya rengini veren yerel özelliklerden kaynaklanırken, bir bölümü de büyük devletlerin bölge üzerindeki uluslararası rekabetlerinden kaynaklanmaktadır. Petrolun gelişmiş ülkelere güvenli bir şekilde ulaştırılması sorunu bölgedeki istikrarsızlık ve karışıklığın ana nedenidir. Bunun yanında Ortadoğu önemli mezhep çatışmalarına da sahne olmuştur.
Bu kadar tarihi, coğrafi ve siyasi öneme sahip olan coğrafya elbette dünyanın da gidişatına etki etmiştir. Sömürgecilikten, petrole, terörden, mezhep çatışmalarına, savaşlardan darbelere, işgallerden direnişlere uzanan geniş ve uzun bir süreçte, Ortadoğu her zaman dünyanın ilgi odağı olmuş ve olmaya da devam etmektedir.
Muharrem Anıl ÇOLAK