Bu konudaki önemli araştırmalardan biri, hâlihazırda Gazi Üniversitesi Gazi Eğitim Fakültesi, Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi, Tarih Eğitimi Bölümü Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Necdet Hayta’nın doktorluğu döneminde kaleme aldığı “Rodos ile 12 Ada’nın İtalyanlar Tarafından İşgali ve İşgalden Sonra Adaların Durumu (1912-1918)” adlı makalesi.
Biz de Balkan Savaşı’na, Çanakkale Savaşları’na, İstanbul’un ve ardından Anadolu’nun pek çok yerinin işgaline kadar uzanan bu süreci, Prof. Dr. Hayta ve farklı kaynaklardan derlediğimiz bilgilerle sizlere aktarmak istedik.
Avrupa devletlerinin o dönem önemli çabalarından biri sömürge edinebilmekti.
Bu kapsamda İtalya, gözünü Osmanlı Devleti’nin Kuzey Afrika’daki toprağı Trablusgarp’a dikmişti.
İtalya öncelikle diplomatik temaslara başladı.
* 1900 yılında Fransa, İtalya’nın Trablusgarp konusundaki isteklerini kabul etti.
* 1902’de İngiltere, İtalya’nın Trablusgarp’taki faaliyelerine itiraz etmeyeceğine söz verdi.
* Avusturya-Macaristan da İtalya’ya bu konuda serbestlik verilmesini kabul etti.
* 1909’da Rusya, Racconigi Antlaşması ile Boğazlar’daki taleplerini kabul etmesi karşılığında İtalya’nın Trablusgarp’taki isteklerini onayladı.
Fas’taki Fransız faaliyetleri (1905-1911) ve Avusturya’nın Bosna-Hersek’i ilhakı (1908), İtalya’nın göz diktiği Trablusgarp ve Bingazi’yi ele geçirmek için resmen harekete geçmesine dayanak oldu.
İtalya, 28 Eylül 1911’de İstanbul’daki elçisi De Martino aracılığıyla Sadrazam Hakkı Paşa’ya bir ültimatom vererek, işgal sırasında kendilerine mukavemet edilmemesi için mahalli makamlara emir verilmesini istedi.
Ültimatomun reddi üzerine Trablusgarp’a kuvvet sevk ederek Osmanlı Devleti’ne karşı savaşa girdi.
* İtalya’nın Trablusgarp’a sevk ettiği ve sayı/kuvvet bakımından Osmanlı’dan hayli üstün olan ordu ve donanması, aylar geçmiş olmasına rağmen ancak kıyı şeridinde bazı yerlere sahip olabildi.
İtalya tüm çabalarına rağmen kıyıdan içeri nüfuz edemedi; ancak deniz toplarının atış sahası içinde tutunabildi.
Bunun üzerine İtalya, savaşı Osmanlı Devleti’nin değişik alanlarına yayarak, Osmanlı yönetimini Trablusgarp ve Bingazi’nin kendisine bırakılması konusunda mecbur bırakmaya çalıştı.
* İtalyan Donanması Kızıldeniz’de bazı limanları ablukaya aldı.
* 24 Şubat 1912’de Beyrut Limanı’nı bombardıman etti, Liman’da bulunan Ankara torpidosu ile Avnillah korvetini batırdı.
* 18 Nisan 1912’de ise Çanakkale Boğazı’na saldırdı ancak Boğaz mayınlandığı için içeri giremedi ve Türk tabyalarından açılan ateş üzerine geri çekilmek zorunda kaldı.
* Yine aynı gün bir İtalyan torpidosu ile kruvazörü de Sisam Adası’nın Vrati Limanı’na giderek kışlayı topa tuttu ve limanda bulunan İhsaniye Vapuru’nu batırdı.
Bu saldırılardan istediği sonucu alamayan İtalya bu defa gözünü Ege Adalarına dikti ve bu konuda büyük devletlerin iznini aldı.
İtalya bununla aynı zamanda Trablusgarp ve Bingazi’ye denizden yapılan askeri sevkiyatı önlemeyi, Anadolu’ya nüfuz etmek için bir köprü başı elde etmeyi ve Trablusgarp’ta beklenen başarının gecikmesinden dolayı kamuoyunda meydana gelen sabırsızlığı önlemeyi de düşünüyordu.
Gelişmeleri takip eden Osmanlı Devleti Rodos, Sakız, Sisam ve Midilli gibi önemli gördüğü adalara takviye kuvvet sevk etmek ve yine Rodos ve Midilli ile Limni ve İstanköy adalarına silah göndermek suretiyle tedbirler almaya çalışmaktaydı.
Osmanlı’nın önlemlerini etkisiz kılmak amacıyla daha önceden haberleşme kablo ve istasyonlarını tahrip eden İtalyan Donanması, Adaları işgal için harekete geçti.
* 12 Adalar grubu içinde işgal edilen ilk ada Astropalya (Stampalia) oldu. 28 Nisan 1912’de “Pisa” zırhlısından Ada’ya bir takım asker çıkarıldı; Ada’nın merkezi Livadya kasabasının işgal edildiği Amiral Presbitero’nun telgrafı ile Roma’ya bildirildi. Türk garnizonu kuşatıldı; 10 jandarmadan oluşan bu garnizon teslim alındı.
* 9 Mayıs 1912’de Herke (Harki) Adası işgal edildi. Ada’nın Rum Belediye Başkanı, İtalyan birliğinin komutanı tarafından Herke’nin idaresi ile görevlendirildikten sonra savaş gemileri Ada’dan ayrıldı.
* 12 Mayıs 1912’de Kilimli (Kalimnos) Adası işgal edildi. İtalyanlar Ada’nın kendilerine teslimini ve Türk Bayrağının indirilmesini istedir. 10 jandarmadan ibaret olan birlik, bunu kabul ettikten sonra karaya çıkan 50 denizci, kışlayı işgal ederek İtalyan Bayrağını dikti.
* Yine aynı gün; 12 Mayıs 1912 Pazar günü İncirli (Nissiros) Adası, Kerpe (Karpatos) Adası, Kaşot (Kasos) Adası, İlyaki (Tilos) Adası ve Leros Adası İtalya tarafından işgal edilerek teslim alındı.
* 13 Mayıs 1912’de Patmos Adası işgal edildi.
* 16 Mayıs’ta Lipsos (Leipso) Adası işgal edildi.
* 19 Mayıs’ta Sömbeki (Sirni) Adası işgal edildi.
* 20 Mayıs 1912’de İtalyanlar tarafından işgal edilen son ada İstanköy (Kos) Adası oldu.
İşgal edilen adalar içinde sadece Rodos’ta direniş görüldü.
İtalyanlar 4 Mayıs 1912 saat 04.00 sularında Rodos Adası’nın doğusundaki Kalitheas Körfezi’ne çıkartma yaptı.
Burada herhangi bir direnişle karşılaşmayan İtalyanlar, Ada’nın kuzeydoğusundaki Rodos şehrine doğru yürüyünce, Ada’daki 1200 kişiden oluşan Türk Garnizonu savunma bakımından daha uygun olan merkezdeki Psithos’a doğru çekilmeye başladı.
Ciddi bir direnişle karşılaşmadan ilerleyen İtalyan birliği Rodos şehri önlerine geldi.
* 5 Mayıs sabahı Rodos yöneticilerine, teslim olmaları çağrısı yapıldı. Vali Subhi Bey; İtalyanlar’a, direnecek durumda olmadığını ve İtalyanların bu hareketini protesto ettiğini söyleyerek idareyi terk ettiğini bildirdi ve şehirden ayrıldı. İki gün sonra İtalyanlar tarafından esir alındı ve diğer adalardan esir alınan görevliler ile birlikte İtalya’ya gönderildi.
* 16 Mayıs’ta İtalyanlar Psithos üzerine yürüdü. Buradaki Türk kuvvetler akşama kadar direndikten ve 100 kadar kayıp verdikten sonra komutanları ile birlikte teslim oldu. Bu kararı reddeden birkaç yüz kişi de etrafa dağıldı. Böylece İtalyanlar, biri subay olmak üzere 9 ölü ve 20 yaralıdan ibaret çok az bir kayıpla Rodos’un işgalini tamamladı.
Bu işgallere rağmen Osmanlı Devleti Trablusgarp ve Bingazi konusunda geri adım atmadı.
İtalya aslında diğer Ege Adalarını işgali de düşünüyordu ancak hem Osmanlı Devleti’nin Sakız, Midilli ve Limni gibi adalar işgal edilirse Çanakkale Boğazı’nın kapatılacağını büyük devletlere
bildirmesi hem de Avusturya-Macaristan’ın İtalya’yı ikaz etmesi yüzünden bu fikrinden vazgeçmek zorunda kaldı.
General Ameglio işgalin ilk günlerinde, 4 Mayıs’ta yayınladığı bildiride, 12 Ada üzerindeki Türk egemenliğinin bittiğini ve adaların gelecekteki idarelerinin ise sadece özerklik olabileceğini kaydetti.
Bu tür bildiriler, Adalarda yaşayan Rumları cesaretlendirdi ve bazı Rumlar çok geçmeden Yunanistan ile birleşmek için harekete geçti.
3 Haziran 1912’de gerçekte var olmayan bir “12 Ada Komitesi” adına “Sözde Başkan” Roussos, Fransız Hükûmetine telgrafla müracaat ederek, adaların geleceği konusunda yardım istedi.
Rodos ve 12 Ada’nın Grek olduğu ve dolayısıyla Yunanistan’la birleşmesi gerektiği yolunda Atina’da hazırlanan 7 ve 22 Haziran 1912 tarihli iki memorandum da oradaki elçilere tebliğ edildi.
Rodos ve 12 Ada’nın İtalyanlarca işgalini Prof. Dr. Necdet Hayta’nın çalışmasından aktardıktan sonra bu adaların resmi olarak Osmanlı’dan nasıl ayrıldığını Sezen Kılıç’ın, “Trablusgarp Savaşı’nda İtalyan Donanmasının Çanakkale Boğazı Harekâtları” adlı kitabını kaynak alarak aktarmaya çalışalım.
Osmanlı Devleti-İtalya Savaşı, 18 Ekim 1912 tarihinde Uşi (Ouchy) Antlaşması ile sona erdi.
Osmanlı Devleti her ne kadar Trablusgarp Savaşı’nda İtalyan ordusunun kıyılardan içeri girmesine izin vermemişse de savaşı sona erdirecek güçte değildi.
Savaşın uzaması ise zaten zor durumda olan Osmanlı maliyesini iyice zora sokacaktı.
Yakında başlaması beklenen Balkan Savaşı da dikkate alındığında Osmanlı hükûmeti iki savaşla baş etmek durumunda kalmak istememişti.
Bu endişe ile Osmanlı hükûmeti İtalya ile 12 Temmuz 1912’de Lozan’da (24 Temmuz 1923’teki Lozan Antlaşması ile karıştırmayınız) barış görüşmelerine başladı.
Lozan’da başlanan barış görüşmelerinin uzaması ve özellikle Karadağ’ın 8 Ekim 1912’de Osmanlı Devleti ile diplomatik ilişkisini kestiğini açıklaması üzerine İtalya, Lozan’daki görüşmelerin, öne sürdüğü şartlar doğrultusunda sonuçlandırılması için Osmanlı Devleti’ne ültimatom verdi.
Yunanistan, Sırbistan, Bulgaristan ve Karadağ’dan oluşan dört Balkan Devleti Osmanlı Devleti’ne savaş ilan edince Osmanlı hükûmeti, İtalya’nın öne sürdüğü şartları kabul edip 18 Ekim 1912’de Uşi Barış Antlaşması’nı imzaladı.
Uşi Antlaşması bir gizli anlaşma ile bu gizli anlaşmanın eklerini oluşturan 3 protokolü içeriyordu.
Uşi Antlaşması gereği Osmanlı Devleti İtalya’nın 12 Ada’yı boşaltması karşılığında Trablusgarp’tan askerlerini çekmeyi ve bu vilayeti tam bir muhtariyete kavuşturmayı kabul etti.
Bu satırlardan itibaren Sezen Kılıç’ın kitabından ayrılıyoruz.
İtalyanlar, Antlaşmaya rağmen Trablus’taki mahalli güçlerin arasında hâlâ bazı Osmanlı subayları bulunduğu iddiasıyla adaları geri vermedi.
12 Adalar’ın kaybedilmesine yönelik olarak en fazla eleştiri yöneltilen devlet adamlarından biri Türkiye Cumhuriyeti’nin İkinci Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’dür.
İnönü Vakfı ise resmi web sitesinde, Emekli Büyükelçi Sermet Atacanlı’nın Aralık 2019’da kaleme aldığı makalesine yer veriyor:
(Bu makale https://www.ismetinonu.org.tr/12-adalar-elimizden-nasil-cikti/ adresinde bulunabilir)
Takdir okuyucularımıza aittir.
“Türk-İtalyan Savaşı 18 Ekim 1912 tarihinde İsviçre’deki Lozan kentinin Ouchy semtinde imzalanan ve “Ouchy (Uşi) Antlaşması” ya da “Birinci Lozan Antlaşması” olarak bilinen anlaşma ile sona erdi. Buna göre Osmanlı Devleti Libya’daki askerlerini geri çekecek, bölge özel bir statüye konulacak, karşılığında İtalyanlar da işgal ettikleri 12 Adalar’ı geri verecekti. Bununla birlikte Uşi Antlaşması sonrası gelişmeler farklı biçimde cereyan etti. İtalyanlar Trablus’daki mahalli güçlerin arasında hâlâ bazı Osmanlı subayları bulunduğu bahanesiyle bu adaları bırakmadılar. Bizim bakımımızdan çok hazindir ki, Osmanlı Hükûmeti de konunun bu şekilde sürüncemede kalmasına göz yumdu; zira İtalyanlar geri çekilirse Ege’deki deniz hâkimiyetini elinde tutan ve zaten fırsat kollayan Yunanların bu adalara kolayca el koyup yerleşecekleri çok güçlü bir ihtimal idi. Bu bakımdan, Osmanlı Hükümeti Ege’deki deniz gücü dengesinin değişebileceği ümidiyle bir süre beklemeyi tercih etti. Ama bu beklenti de boşa çıktı; hemen arkasından patlak veren Balkan Harbi 12 Adalar’daki İtalya lehine statükonun devamı sonucunu getirdi. Buna ek olarak, Yunan donanması Balkan Harbi’nde Orta ve Kuzey Ege’deki diğer adaları da Osmanlı’nın elinden kolayca kopartıp aldı. Osmanlı Hükûmetinin bu ‘oldubitti’lere karşı Avrupalı ülkeler nezdinde diplomatik planda yürüttüğü çabalar bir sonuç vermedi; yine kısa bir süre sonra başlayan Birinci Dünya Savaşı ise konuya çok farklı bir boyut getirdi. 12 Adalar böylece İtalyan işgalinde kaldı. Türk İstiklal Savaşı sonrası imzalanan 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması’nın 15. maddesi ile bu fiili durum hukuken de tescil edildi; 12 Adalar İtalya egemenliğinde kaldı. Ekleyelim ki aynı antlaşma ile Türkiye Mısır (ve hatta Sudan) üzerindeki tüm haklarından vazgeçmiş (Madde 17) ve Kıbrıs’taki İngiliz egemenliğini tanımıştır (Madde 20). Yani bu adalar ve topraklardan Lozan’da bahsedilmiş olması sadece ‘malumun ilamı’ olmuştur. Zira tıpkı Mısır ve Kıbrıs gibi 12 Adalar da artık zaten bizim değildi. 12 Adalar’ın statüsü İkinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar böyle sürmüştür. Savaş sonunda ise 10 Şubat 1947 tarihli Paris Antlaşması ile savaşın mağlubu İtalya adalardan çekilmiş ve adalar savaşta galiplerin safında yer almış olan Yunanistan’a devredilmiştir. İkinci Dünya Savaşı ve sonrası süreci sırasında 12 Adalar Türkiye tarafından geri alınabilir miydi, bu sırada Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün politikası neydi? Bu konu epeyce bir süreden beri tartışma konusu yapılır ve İnönü’ye fevkalade haksız eleştiriler yönetilir. Bu eleştirilerin bir kısmı kötü niyetlidir; iflah olmaz İnönü düşmanlarından kaynaklanır. Bu kesime cevap yetiştirmeye çalışmak beyhudedir; bunlar Atatürk’e de düşmandırlar ve doğrudan saldıramadıkları Atatürk’e İnönü üzerinden yüklenmek gibi bir strateji izlerler. Öte yandan, konunun art niyet olmaksızın, akademik bir bakışla ve daha objektif olarak ele alınıp tartışıldığı da görülmektedir. Bu çerçevede, İkinci Dünya Savaşı sırasında 12 Adalar’ın Türkiye’ye önerildiği ya da bu konuda Türkiye lehine fırsatlar doğduğu, ancak İsmet Paşa’nın buna karşılık ‘çekingen’ davrandığı iddiaları mevcuttur. Bu bağlamda şu hususları belirtmek uygun ve yararlı olacaktır: Savaşın başlamasıyla muharip iki tarafın lideri konumundaki ülkelerden İngiltere ve Almanya Türkiye’yi kendi yanlarında savaşa çekmek için büyük çaba harcamıştır. Churchill’in bu konudaki girişimleri (Adana ve Kahire görüşmeleri) dönemin çok iyi bilinen kilometre taşları arasındadır. Cumhurbaşkanı İnönü Churchill’in bu girişimlerine tarihi kişiliği ve devlet adamı vasfına uygun bir stratejiyle ustaca mukabele etmiş, savaşların yıkımını en yakından bilen bir kişi olarak Türkiye’yi toplamda 55 milyon insanın öldüğü, ülkelerin ve şehirlerin harap olduğu bu felaketin dışında tutmuştur. Kuşkusuz ki İnönü, o siyasi konjonktürde, birer Türk azınlığının bulunduğu ikisi hariç tutulursa nüfusları tümüyle Yunanlılardan oluşan 12 Adalar’ın Türkiye’ye verilmesinin gerçekçi bir gelişme olamayacağını, bunun maliyeti çok yüksek bir maceradan öteye geçmeyeceğini takdir edebilecek deneyim ve basirete sahipti. Kaldı ki İngilizlerden de bu yönde, yani ‘savaşa girme karşılığı 12 Adalar’ biçiminde bir öneri ya da ima vaki olmamış, Churchill’in zihninde başlangıçta mevcut bu yöndeki bazı düşünceler İngiltere’deki diğer devlet birimlerinin itirazı nedeniyle hiçbir zaman somutlaşmamıştır. Gelelim Almanya’ya… Geçtiğimiz haftalarda bir televizyon programında bir akademisyen tarafından ‘Başbakanlık Hususi Kalemi’nde bulunan bir belgeden bahsedildi. Buna göre 1943 yılı Eylül ayında Ankara’daki Almanya Büyükelçiliğinin bir istihbarat görevlisi o tarihte Türk İstihbarat Örgütünün başında bulunan Naci Perkel’i ziyaret ediyor ve şunları söylüyor: ‘Sefirimiz Von Papen bana şunları söyledi: Karargâh-ı Umumi’den (Genel Karargâh’tan) bir telgraf aldım ve bu telgrafta ‘Adaları Türklere teslim etmek istiyoruz. Kendileriyle konuş, bu teklifimizin kabul edilip edilmeyeceğini bize bildir’ deniyor. Başbakan Şükrü Saraçoğlu durumu hemen o sırada Kars’ta bir yurt gezisinde bulunan Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’ye bildiriyor ve talimat istiyor. İnönü’nün cevabı şöyledir: ‘… Adaları kayıtsız ve şartsız kullanmak üzere alabiliriz. Yoksa bu yüzden İngilizlerle Yunanlılarla ihtilafa giremeyiz.’ Şimdi bu yazışmayı nasıl yorumlayacağız, nasıl bir sonuca varacağız? Belge yayımlamak yetmez; belgeleri bağlamından koparmadan, içinde bulunduğu tarihi, sosyolojik ve stratejik ortamın şartlarını dikkate alarak değerlendirmek gerekir. Tarih 1943 yılının sonu. Savaşın seyri artık Almanların aleyhine dönmeye başlamış. Almanlar yavaş yavaş son kozlarını oynamaya çalışıyorlar. Son bir gayretle Türkiye’yi savaşta kendi yanlarına çekmek istiyorlar. İşgal ettikleri, ellerinde artık daha fazla tutamayacaklarını anladıkları adaları bu amaçla sözüm ona Türkiye’ye öneriyorlar. Sanki bu önerinin -eski tabirle- bir ‘kıymet-i harbiyesi’ var… Sanki İngilizler ve diğerleri yenilmekte olan Almanya’nın bu çocukça hamlesini kabul edecekler… Sanki İsmet Paşa gibi neler görmüş geçirmiş, Yemen’den Birinci Dünya Harbi’ne, İstiklal Savaşı’ndan Lozan’a her türlü imtihanı yüz akıyla arkasında bırakmış, Atatürk gibi bir strateji dâhisinin ‘rahle-i tedrisinden’ geçmiş bir büyük devlet adamı bu oyuna gelecek… Sanki 12 Adalar’ı geri almak gibi biraz tarih ve uluslararası ilişkiler bilgisi olan, dönemin konjonktürünü okuyabilen herkesin ‘realizm’le yakından uzaktan ilgisi bulunmadığını tespit edeceği bir macera uğruna Türkiye’yi Almanların yanında savaş cehennemine sürükleyecek… İnönü’nün Başbakan Saraçoğlu’nun mektubuna verdiği kısacık cevap bütün İkinci Dünya Savaşı boyunca izlediği politikanın da adeta bir özeti gibidir. İki tarafı da doğrudan karşısına almamak, onlarla diyaloğu koparmamak, bir satranç oyuncusu gibi birkaç hamle sonrasını önceden görebilmek, maceralara itibar etmemek ve Türkiye’yi kesinlikle bu savaşın batağından uzak tutmak… Bu politika başarıya ulaşmıştır. Henüz 20 sene önce 10 yıllık yıpratıcı bir savaş sürecinden çıkmış olan ülke, Cumhurbaşkanı İnönü’nün dirayetiyle önüne serilen tuzaklara düşmemiş ve yeni ve çok daha yıkıcı bir savaştan uzak tutulmuştur. Savaş sonrası Müttefikler ile İtalya arasındaki barış antlaşması görüşmelerinin yapıldığı 1947 Paris toplantısına Türkiye’nin davet edilmemesini, Türkiye’nin de bu yönde bir talepte bulunmamış olmasını da aslında aynı realist bakış açısıyla değerlendirmek gerekir. Daha 23 yıl önce Lozan’da Ege’deki adalar meselesi de dahil olmak üzere Türkiye’nin neredeyse tüm taleplerine karşı çıkan, İsmet Paşa’ya her konuda en büyük muhalefeti yapan İngiltere’nin, Churchill’in bütün çaba ve ısrarlarına karşın savaşa bile girmemiş olan Türkiye’ye Paris’te 12 Adaları ‘hediye’ edeceğini düşünmek ne kadar doğru olurdu? Tekrar edelim: Fırsattan istifade ile 12 Adaları geri almak düşüncesi dönemin şartları ve konjonktürü içinde gerçekçi değildi ve sadece bir hayal idi. Hayal ile ülke yönetilmez. Özellikle uluslararası ilişkilerde hayallerden kopamayan yöneticiler ülkelerini zor durumlara sürüklerler. İsmet Paşa engin tecrübesiyle doğru olanı yapmıştır. İşin özü budur.”