Savunma, Havacılık ve Uzay Derneği DASA’nın organize ettiği Havacılık ve Uzay Söyleşileri-1 kapsamında sektörün önemli isimleri bir araya geldi.
Türk Hava Kurumu Üniversitesi’nin konferans salonunu açarak ev sahipliği yaptığı etkinliğe izleyici olarak akademisyenler, kamu ve özel şirketlerin temsilcileri ile üniversitenin öğrencileri katıldı.
Etkinlik, DASA Yönetim Kurulu Başkanı Rafet YAVUZ ve THK Üniversitesi Havacılık ve Uzay Bilimleri Fakültesi Dekanı Nevsan ŞENGİL’in açış konuşmasıyla başladı.
Konuşmalarda, önemli teknolojilerin üretimi konusunda Türkiye’nin ulaştığı aşamanın övgüye değer olduğu belirtilirken, üretimde yerlilik ve millilik vurgusu yapıldı.
Daha sonra, alanında tecrübeli dört konuşmacının sunumları vardı.
İlk konuşmacı, THY Teknik Genel Müdür Danışmanı Halil Tokel’di.
Tokel, “Havacılıkta Uçak Bakım Sistemlerine Genel Bakış” konulu sunumunda, Türkiye’nin uçak bakım sistemleri konusunda küresel rekabete hazır olduğunu, bu kapsamda THY Teknik firmasının dünyanın ilk on büyük firması içinde olduğunu söyledi.
Firmanın; uçak galleyi, uçak koltuğu/kabin içi ekipmanları ve uçak kabin içi eğlence sistemlerini (Ife) yerli ve milli olarak alt şirketlerle birlikte üretmeye başladığını ifade eden Tokel,
“Bunlara ilaveten THY Teknik, ülkemizin sanayiisi ile koordineli olarak diğer havacılık ürünlerinin yerli ve milli olarak üretilmesinde öncü bir rol üstlenmiştir. Böylece pek çok ürünün şimdiden yerli ve milli olarak üretimi sağlanmıştır” diye konuştu.
Halil Tokel, savunma sanayii ve havacılığın Türkiye’nin bağımsızlığı açısından “olmazsa olmaz” bir önemde ve bu konudaki yerli ve milli üretimin vazgeçilmez olduğunun altını çizdi.
Türkiye’nin tam bir seferberlik ruhu ile bu alandaki eksikliklerini en kısa zamanda tamamlayabileceğini kaydeden Tokel, bunun için gereken her şeyin mevcut olduğunu, yoğun ve etkin bir çalışma ile kayıp yılların telafi edileceğini belirtti.
THY Teknik Genel Müdür Danışmanı Tokel, Türkiye’nin dünyanın en ileri savunma sanayii ve havacılık ürünlerini gerçekleştirebileceğini de ifade etti ve ülkenin havacılık geçmişindeki Vecihi Hürkuş, Nuri Demirağ, Tomtaş, Türk Hava Kurumu örneklerini Verdi.
Tokel, “Bir bütün olarak milli üretim için motivasyonu düşük gençlerimizin motivasyonunu yükseltmemiz gerekiyor” dedi.
Konya Teknik Üniversitesi Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi Harita Mühendisliği Bölümü Jeodezi Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Muzaffer Kahveci ise “Uydularla Konum belirleme ve Navigasyon Sistemleri ve Türkiye Açısından Önemi” başlıklı sunumunu yaptı.
Prof. Kahveci, uydularla küresel konum belirleme ve navigasyon sisteminin ilk olarak Amerika Birleşik Devletleri tarafından “GPS” adıyla 1970’li yıllardan itibaren askeri amaçlı olarak kullanılmaya başlandığını belirtti.
Bu teknolojinin 1980’li yıllardan itibaren sivil ve bilimsel kullanıma da açıldığını hatırlatan Prof. Dr. Kahveci,
“ABD’nin GPS ile yakalamış olduğu bilimsel ve askerî stratejik başarılar diğer gelişmiş ülkelerin de ilgisini çekmiş, bunun sonucunda farklı ülkelere (Rusya, AB, Çin, Japonya, Hindistan) ait yeni uydu sistemleri geliştirilerek kullanıma girmeye başlamıştır. Bu ülkelere ait uydu sisteminin farklı isimlerle (Glonass, Galileo, Beidou vb.) yaşantımıza girmesiyle bunlara genel olarak “GNSS” adı verilmiştir. GNSS artık yalnızca navigasyon ve askerî amaçlı değil günlük yaşantımızın hemen her aşamasında kullanılan, dünyanın her yerinde ve her zaman, gerçek zamanlı ve yüksek doğruluklu konum, hız ve zaman belirlenmesine olanak veren bir sistem hâline gelmiştir” dedi.
Prof. Dr. Muzaffer Kahveci, GNSS’nin bugün artık ülkelerin askerî, siyasi ve teknolojik altyapılarında vazgeçilmez bir unsur haline geldiğini, buna karşılık söz konusu teknolojiye ilişkin mevzuatın gerek uluslararası gerek ulusal bazda hala yeterince düzenlenmediğini söyledi.
Bu alandaki mevzuat çalışmalarına, Uluslararası Sivil Havacılık Örgütü ICAO’nun 1981 yılında Birlemiş Milletler’in İkinci Uzayın Barışçıl Amaçlarla Kullanımı ve Keşfi Konferansı’na, “uluslararası sivil havacılığın gelişimi ile ilgili olarak her türlü sorunun tetkikinde, navigasyon amaçlı uzay teknolojisinin kullanımı da dahil olmak üzere kendisinin yetkili olduğuna dair doküman sunmasının” akabinde başlandığı bilgisini veren Prof. DR. Kahveci,
“Her ne kadar bazı düzenlemeler yapılmış ve söz konusu teknolojinin sahibi olan ülkelerden Rusya ve ABD ile ICAO arasındaki yazışmalarla da bazı taahhütlerde bulunulmuşsa da GNSS altyapısına sahip ülkelerin hak ve yükümlülüklerini detaylı olarak düzenleyen, teknolojiyi kullanan ülkelerin egemenlik hakları, bireylerin özel hayatlarının gizliliği ve sair kaygılarına cevap veren bir uluslararası antlaşma halen yapılamamıştır” diye konuştu.
Prof. Dr. Muzaffer Kahveci, kullanım yerlerine bakıldığında, özellikle Türkiye gibi bir coğrafyada bulunan bir ülkenin en azından bölgesel ve millî bir konum belirleme sistemine sahip olması için gerekli çalışmaların ivedilikle başlatılmasının yaşamsal öneme sahip olduğunu kaydetti.
Havacılık ve Uzay Hukuku Komisyonu Başkanı Avukat Nazlı Can da “Uydularla Konum Belirleme ve Navigasyon Sistemlerinin Siber Güvenliği” konulu bir sunum yaptı.
Nazlı Can, GNSS ile ilgili önemli bir hususun, şifreleme olmayan ve kimlik doğrulama gerektirmeyen sivil sinyallerin bilhassa jamming (gerçek sinyali bastıracak kuvvette hatalı bir sinyal yaratma) ve spoofing (saldırganın kullanıcının sistemine veya bilgisine kullanıcının kendisiymiş gibi davranarak yetkisiz erişimde bulunması) tehditlerine açık olduğuna dikkat çekti.
Söz konusu risklerin hata sonucu veya farkına varmadan da gerçekleşebileceğini; bunun yanı sıra saldırı amaçlı da meydana gelebileceğini belirten Can,
“Örneğin 2012 yılında Kuzey Kore tarafından gerçekleştirilmiş olan ve 16 gün süren siber saldırıların neticesinde Güney Kore’de 1000’ün üzerinde uçak ve 200’ün üzerinde gemi etkilenmiştir. Spoofing veya jamming saldırılarının çok düşük bir maliyetle dahi gerçekleştirilebilir olması ise kaygı verici bir durumdur. Bu durumu örneklendirmek amacıyla 2013 yılında Texas Üniversitesi tarafından gerçekleştirilmiş olan deneyde sadece 1000 USD kadar bir maliyetle hem 65 metrelik bir yat rotasından çıkarılmış hem de bir insansız hava aracının kontrolü ele geçirilmiştir. Bazen de siber saldırılar dolayısıyla değil ancak sistemden kaynaklı sebeplerle de zarar doğabilir. Pek çok örnek vardır ki GPS tarafından yanlış yönlendirilen sürücüler kaza yapmış ve hatta zaman zaman da bu tür kazalar dolayısıyla hayatını kaybetmiştir” dedi.
Avukat Nazlı Can, GNSS’nin yaygın ve hassas kullanım alanları karşısında gerek siber güvenlik risklerine gerekse sair risklere karşı kullanıcıların yeteri kadar korunmuyor oluşunun da kritik bir husus olduğunun altını çizdi.
Bu nedenle Türkiye’de de GNSS altyapısını kullanan askerî ve sivil sistemlerin altyapısının yerli ve millî olmasının hayati önemde olduğunu vurgulayan Can,
“Bütün bu tehditlerin, sonunda ulusal güvenlik sorununa dönüşeceği bilinmeli ve buna göre politika ve projeler geliştirilmelidir” diye konuştu.
Söyleşide son konuşmacı, Emekli Hava Öğretmen Albay Doç. Dr. Osman Yalçın’dı.
Doç. Dr. Yalçın, “Hava Harp Sanayiinde Devlet ve Özel Teşebbüs Girişimleri ve Yeniden Millileşme Sürecinde F-16 Projesi” konulu sunumunda, insanlığın uçma isteğinin balonlarla birlikte 18’inci yüzyıldan itibaren modern bilimin bir parçası haline dönüşmeye başladığını ve kısa zamanda da harp sahasının bir unsuru haline geldiğini söyledi.
Havacılık sanayi ve teknolojideki önemli gelişmelerin genelde Batı Avrupa eksenli ortaya çıktığına işaret eden Doç. Dr. Yalçın, bu gelişmelerin havacılığın doğası gereği tüm dünyaya yayıldığını ifade etti.
Doç. Dr. Osman Yalçın, Türklerin havacılığa her zaman ilgi duyduğunu, Türk ve Müslüman bilim insanlarının alana önemli katkıları olduğunu kaydetti.
“Osmanlı İmparatorluğu son yıllarında bütün dünyada adından söz ettiren ve harplerin sonucunu belirleyici bir rolü olan bu alanda önemli çalışmalar yapmış ve dönemine göre birçok önemli tedbirler almıştır” diyen Doç. Dr. Yalçın,
“Cumhuriyet’in kurucuları hür ve bağımsız bir devletin semalarının kendi ürettiği uçaklarla buluşmasının önemine inanan bir kadroydu. Bu yıllarda askeri havacılık, sivil havacılık, havacılık eğitimi, sportif havacılık, milli harp endüstrisi öne çıkmıştır. İlk milli uçak olan Vecihi K-IV imal edilmiş ve uçurulmuş, Nuri Demirağ uçak fabrikası kurmuş, Selahattin Reşit Alan ve Şakir Zümre alana önemli destekler sağlamıştır. Diğer taraftan TOMTAŞ, Kayseri Tayyare Fabrikası, THK’nun kurulması, Türkkuşu’nun Kurulması, THK Uçak ve Uçak Motorları ile Ankara Rüzgar Tüneli Cumhuriyetin kuruluşundan 2. Dünya Savaşı sonuna kadar önemli havacılık sektörü çalışmalarıdır. 1950 sonrasında bir süre ihmal edilen havacılık sanayii karşılaşılan güçlükler sebebiyle 1970’lerin başında yeniden öne çıkmıştır. “Kendi Uçağını Kendin Yap” kampanyası, kuvvet vakıfları ve TSKGV ile endüstriyel girişimler bir çatı altında toplanmış ve daha güçlü ve kontrollü bir sistem kurulmuştur” dedi.
Doç. Dr. Yalçın, bu dönemde Türkiye’nin ihtiyacı olan milli bir uçağın Türkiye’de üretilmesi kapsamında 232 adet F-16 C/D uçağının Türk Hava Kuvvetlerine teslim edildiğini hatırlattı.
Doç. Dr. Osman Yalçın sunumunda şu görüşlere de yer verdi:
“Türk hava endüstrisi uzun süre birçok başarılı teşebbüse rağmen sürdürülebilirlik noktasında istenen kurumsal yapılanmada bir bütünlük sağlayamadıysa da mevcutta bu sorunun üzerinden gelinecek önemli adımları atmış ve faaliyetini geliştirerek devam ettirmektedir. Şüphesiz ki esas olan; bir defada mükemmeli yakalamanın imkânsız olduğu gibi en iyiyi ararken iyileri kaybetmeme gerçeğinin farkında olabilmektir.”
Toplantının ardından DASA Genel Sekreteri Murat Kaymakçılar etkinliği şu şekilde değerlendirdi.
“Günümüzde sivil alanda da gerçekleştirilen birçok teknik gelişme ve inisiyatifin temel taşını oluşturan Türk Hava Harp sanayiinde geçmişten günümüze neler yaşandığını satır aralarıyla birlikte bilmek, bugün yaşadığımız ve tedbir alınmazsa yarın da yaşanacak olan çeşitli engellemeler ve sorunların önünü almak anlamına gelmektedir. Geçmişi doğru ve gerçek olarak bilenler, gelecekte aynı veya benzer hatalara düşmemek için büyük bir kazanıma sahip olmaktadır. Savunma Havacılık ve Uzay Sanayiinde atılacak adımlar sırasında, o adımları atacak olanlara geçmişte yaşananlar tam olarak belletilmedikçe boşa zaman ve kaynak kaybına engel olmak mümkün olmayacaktır. Bu noktadan hareketle savunma, havacılık ve uzay sanayiinde çalışmaya aday olan veya bizzat çalışanlar da dahil olacak şekilde bütün bir üretim ailesinin bu konuda eğitime tabi tutulması ve bilinçlendirilmesi, ayrıca toplumun genel olarak belirli bir seviyede farkındalığa sahip olması için programlar yürütülmesinin gerekli olduğu değerlendirilmektedir.
Ülke bağımsızlığının Savunma, Havacılık ve Uzay konularıyla olan ilişkisi özel ve çok önemli bir ilişkidir. Bu ilişkiyi ülkemizin bağımsızlığının garantisi olarak görmek gerekmektedir. Bu anlamda, bahse konu kritik teknolojilerin milli olarak üretilmesi Türkiye’nin en büyük öncelikleri arasında yer almalıdır. Osmanlı Devleti’nin son dönemlerini de içine alacak şekilde bugüne kadar yapılan işler hafife alınacak çalışmalar değildir. Bu süreçte her dönem içerisinde, zamanının şartlarında samimiyetle ve çoğunlukla karşılık beklemeden yapılmış, geleceğe ışık tutan ve bugün elde edilen altyapıyı oluşturmaya hizmet etmiş önemli işler bulunmaktadır. Bu dönemlerin hepsinde yapılan işler, ülkemizin birer kazanımıdır. Kurumsal hafızanın oluşturulması ve müteakip çalışmalarda da etkin olarak kullanılması için, bunları tamamlayıp hatalarını düzelterek gitmek gerekir. Bu konudaki projeleri bitirmek ve geleceği şekillendirip geride kalınmasını önleyecek yeni projeler başlatılmasını sağlamak öncelikli görevdir. Ülkemizin bulunduğu önemli jeopolitik konum dikkate alındığında siyasi mülahazalar bir kenara bırakılarak bu şartın sağlanması için el ele verip çalışmak ihtiyacı bulunmaktadır.
Uçak üretimi ve bakımı ile uydularla küresel konum belirleme ve navigasyon sistemleri de bu kapsamda önemli sistemler arasında yer almaktadır. Navigasyon ve konum belirleme sistemlerinin gerek askeri gerekse ticari alanda çok yaygın olarak kullanılması ve sadece belirli kaynaklar üzerinden sağlanabilen vazgeçilemez veriler olması, bu kaynakların istendiğinde veri hassasiyetinin değiştirilebilmesi, karıştırma yapılarak veri kaybına sebep olunabilmesi veya yanıltıcı veri kullanılarak kullanıcının aldatılması gibi sebeplerle güvenilirliği düşük sistemler olduğu görülmektedir. Bütün bu konuların ülkemizin egemenliği ve geleceğimizin şekillendirilmesinde hayati önemi bulunmaktadır. Ülke olarak güvenliğimizi riske atabilecek bu ve benzeri sistemlerin milli imkanlarla üretilmesi, bunun mümkün olmaması durumunda milli sistemlerin üretimi gerçekleşinceye kadar kullanılan sistemler içerisinde azami milli alt sistem ve tasarımların kullanılması hedeflenmelidir. Bu konulardaki projeler gözden geçirilmeli, güvenliğimize tehdit oluşturacak yabancı sistemler yerine milli projelerin süratle başlatılarak gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır. Bu konuların milli olarak gerçekleştirilmesi için her kademedeki kullanıcı, planlayıcı, tedarikçi, üretici personelin hassasiyet göstermesi gerektiği değerlendirilmektedir.”