Yıllar önce, TRT’nin Savunma Muhabiri olarak, Balkan Ülkeleri Genelkurmay Başkanları Zirvesi’ni izlemek üzere görevli gitmiştim Selanik’e.
Rahmetli Yaşar Büyükanıt Paşa temsil edecekti toplantıda Türkiye’yi.
Komşu bir ülke olduğu ve Selanik’te de araca ihtiyacımız olacağı için uçak yerine karayolunu tercih ettik; kameraman ve şoför arkadaşımla birlikte Ankara’dan Yunanistan’a doğru yola çıktık.
Daha önce Yunanistan’a hiç gitmemiştim.
YUNANİSTAN TEDİRGİNLİĞİ!
Açıkçası, “Türk olarak Yunanistan’da can sıkıcı bir davranışla karşılaşabiliriz” endişesi sürekli üzerimdeydi.
Üstüne üstlük bir de devlet memuruyduk.
Atina’da, 7 Ekim 1991 tarihinde silahlı saldırı sonucu şehit edilen Türk Büyükelçiliği Basın Ataşe Yardımcısı Çetin Görgü aklıma geldikçe tedirginliğim daha da artıyordu.
Rahmetli Çetin aslında Hacettepe Üniversitesinden ağabeyimin sınıf arkadaşıydı.
Ben de aynı yıllarda Hacettepe Üniversitesinde okuduğum için Ağabeyim sayesinde Çetin’le tanışmış ve karşılaştıkça selamlaşıp, ayaküstü hal hatır sorar olmuştuk.
Daha sonra rahmetli Çetin’in annesini ve eşi Müjgân Hanım’ı da tanıma fırsatım oldu.
Cebeci Asri Mezarlığı’ndaki Dışişleri Bakanlığı Şehitliği’nde, şehit diplomatların anıldığı törende karşılaşmıştım onlarla.
Törenin haberini yapma görevi bana verilmişti.
Müjgân Hanım’la da bir röportaj yapmış; Çetin’in acısını bir kez daha tazelemiştik yüreklerimizde.
Çetin şehit edildiğinde, Müjgân Hanım’la henüz iki aylık evliydiler.
ÇETİN ŞEHİT EDİLDİĞİNDE BEN DE TERHİS OLALI HENÜZ 2 AY OLMUŞTU
İstanbul’u geçtik, Tekirdağ Malkara’ya ulaştık.
Malkara’dan geçerken “ilçe merkezi” yazan tabela, yolun sağ tarafındaki hafif yokuşu gösterir.
Yolun sol tarafında, ilçe merkezine giden bu yokuşun tam karşısında ise 95’inci Zırhlı Tugay vardır.
Tankçı Asteğmen rütbesiyle 12 ay boyunca görev yaptığım birliğime uzun uzun, özlemle baktım geçerken.
O zamanlar, 95’inci Mekanize Piyade Alay Komutanlığıydı.
Oralarda bir söz vardır: “Malkara-Keşan, Hoppala Paşam!”
Keşan ilçe merkezine uğramadan, İpsala Sınır Kapısı’na ulaştık.
Yunanistan tarafına geçiş yapmak için bekleyen bizim aracımızdan başka bir araç yoktu ortalıkta.
Yunanistan vatandaşlarıyla üçüncü temasım burada oldu.
İlk temas, Afganistan Kâbil’de görev yaparken orada tanıştığım iki Yunanlıyla olmuştu.
Şu anda ne için orada bulunduklarını hatırlamıyorum; iş takibi mi yapıyorlardı yoksa gazeteci miydiler?
Belki ikisi de istihbaratçıydı.
Birlikte, onların yaptığı çıtalı uçurtmayı uçurmaya çalıştığımızı hatırlıyorum ama…
İkinci temas ise Yunanistan’ın Ankara Büyükelçiliğine vize almak için gittiğimde olmuştu.
Üçüncü temas, Yunan gümrük memurlarıyla gerçekleşti.
Açıkçası ters davranmalarını ve bize zorluk çıkarmalarını bekliyordum.
Güler yüzlü, dostça davranışları ve bize hemen yardımcı olmaları karşısında çok şaşırdığımı itiraf etmek zorundayım.
Oldukça kolay geçtik sınırdan ve keyifli ama yorucu bir yolculuğun ardından Selanik’e, kalacağımız otele ulaştık.
1’İNCİ BALKAN ÜLKELERİ GENELKURMAY BAŞKANLARI ZİRVESİ (19 NİSAN 2007)
Sabah erken kalktık, toplantının yapılacağı otele gittik.
Dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt, eşi Filiz Hanım’la geldi toplantının yapılacağı otele.
Rahmetli Yaşar Paşa, her zamanki sevecenliğiyle kendisini karşılayan Türk gazetecilerin elini sıktı tek tek.
Sivil elbise ile geldi; otelde üzerini değiştirip üniformasını giydi.
(Yakın zaman önce vefat eden Yaşar Paşa’ya ve hemen ardından vefat eden eşi Filiz Hanım’a Allah’tan rahmet diliyorum.)
Toplantı yapıldı, haberlerimizi geçtik.
Toplantıya katılan komutanların onuruna deniz kenarındaki bir tavernada verilen yemeğe biz gazeteciler de davetliydik.
Geceye ilişkin olarak söyleyebileceğim tek şey, “mükemmeldi.”
Dönemin Yunan yetkililerine canı gönülden teşekkür ediyorum.
Ertesi sabah Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu eve gittik.
Ali Rıza Bey’in, oğlu Mustafa doğduğunda evin bahçesine diktiği nar ağacının altında dolaştık.
Rahmetli Yaşar Paşa, evi gezdikten sonra bahçesinde bir basın toplantısı düzenledi.
Haberimizi ve görüntülerimizi Ankara’ya geçtikten sonra Türkiye’ye dönmek üzere yola çıktık.
Bir ara yolumuzu kaybedip, köy veya kasaba gibi son derece sakin bir yerleşim biriminde bulduk kendimizi.
Evlerde asılı Yunan bayrakları dikkatimizden kaçmadı.
Bir hanımefendiye yolu sorduk.
Türk olduğumuzu anladı ve tüm sevecenliğiyle, güler yüzüyle bize yolu tarif etti.
Daha önce Yunanistan’a giden bazı gazeteci arkadaşlarım, orada oldukları süre içinde Yunan istihbaratı tarafından sürekli takip edildiklerini söylemişti.
Aracımızla giderken sık sık arkamıza baktık ama bizi takip ettiğinden şüphelendiğimiz herhangi bir araç olmadı.
İpsala’ya ulaştığımızda hava kararmıştı.
Tekirdağ Marmara Ereğli’de ilk gördüğümüz otele yerleştik.
Sabah erken saatte uyandığımda, perdeleri açık odamdan içeri turuncu renkli koca bir topun girmeye çalıştığını gördüm.
Çok şaşırmıştım.
Cama yaklaşınca karşımda sütliman bir deniz; odama girmeye çalışan turuncu topun ise ışıltılarını denizin üzerine de yansıtan, yeni doğmuş güneş olduğunu fark ettim…
Pekiyi, böylesine güzel bir coğrafyada yer alan, yaklaşık 5 asır bir arada yaşamanın doğal sonucu ortak kültüre ve birbirine çok benzeyen insanlara sahip bu iki ülkenin paylaşamadığı neydi?
Yunanlıların hedefinde neden Cihat Amiral vardı?
YAZININ İKİNCİ BÖLÜMÜNÜ OKUMAK İÇİN: