Teoman Korkmaz
Mustafa Kemal’i “ATATÜRK” yapan niteliklerinden birisi belki de buydu…
Enver Paşa Sarıkamış Harekâtı öncesinde “Doğu’daki orduyu takviye için” İstanbul’dan uçak, silah, mühimmat, kışlık üniforma, gıda gibi lojistik destek malzemesi ağırlıklı yük içeren üç gemiyi (Bahr-i Ahmer, Bezm-i Alem ve Mithat Paşa) yola çıkarmış ancak istihbarat alan Rusya donanmasını göndererek bu üç gemiyi Ereğli açıklarında batırmıştı.
Lojistik destek ulaşmayınca kurmayları Enver Paşa’ya bu harekâtın bu koşullarda yapılamayacağı yönünde görüş bildirmiş ancak Enver Paşa bu uyarıları dikkate almayıp Harekâtı başlatmış; koca bir ordunun yok olmasına sebep olmuştu.
Bu makaleyi Antalya’da kaleme alırken Kayınpederim Emekli Topçu Kıdemli Albay Salih Bey (GÖZEN) “İstersen bunlara da bir göz at, faydası olur.” diyerek sekiz adet birbirinden değerli kitabı masaya koydu.
Bu kitaplardan biri Prof. Dr. Yurdakul Yurdakul’un “Atatürk’ten Hiç Yayınlanmamış Anılar” adlı kitabıydı.
Kitabı incelerken bir bölüm dikkatimi çekti…
Başkomutan Mustafa Kemal, 1922 yılının Mart ayında 2’nci Ordu Komutanlığına “Tehiri Mucibi İdamdır!” yani “Bu telgrafın geç gitmesine sebep olanlar idam edilir.” kaydı olan bir telgraf gönderir.
Telgrafta Büyük Taarruz’un nisan ayı içinde yapılacağı ve buna göre hazırlıkların tamamlanması emri yer almaktadır.
İkinci Ordu Komutanı Yakup Şevki Paşa bu telgrafa karşı kapsamlı bir cevap hazırlar.
Cevapta, böyle bir taarruzun nisan ayında yapılmasının doğru olmayacağı, gerekçeleriyle detaylı olarak anlatılır:
“Havalar yağmurlu, etraf çamur içinde olur. Ulaşım ve erzak temini fevkalade zordur. Halbuki ecdadımızın daima tercih ettiği gibi ağustos ayı, taarruz için fevkalade uygundur. Her taraf kuru ve ulaşım çok kolay olur. Zapt edilen bölgelerdeki ürünlerden askere yetecek kadar yiyecek bulmak da çok kolaylaşır. Ayrıca makineli tüfeklerimiz yeterli sayıda değildir. Mutlaka her bölüğe en az bir makineli tüfek verilmelidir. Top mermilerimiz de azdır. Bu şartlarda taarruz başarısız olur.”
Cevap bir kurye ile acil olarak Ankara’ya ulaştırılır.
Aradan dört gün geçmiştir.
Ordu karargâhının kapısının önünde bir araç durur; içinden Mustafa Kemal iner.
Başkomutan ve Yakup Şevki Paşa birbirine sarılır, hasret giderilir, daha sonra iki general sabaha kadar baş başa taarruzu tartışır.
Sabah yapılan kahvaltının ardından Ordu Kurmay Başkanı Hüseyin Hüsnü Erkilet Paşa da görüşmeye alınır.
Başkomutan ve komutanlar, akşam yemeğinin ardından sabah saat 04.00’e kadar haritalar üzerinde çalışır, tartışır.
Başkomutan Mustafa Kemal, sabah 04.00’te tekrar Ankara’ya doğru yola çıkar.
Mustafa Kemal Ankara’ya ulaşınca ordulara ve Batı Cephesi’ne bir şifre gönderir.
Şifrede, “İkinci Ordu Komutanının teklifleri uygun görülmüş ve eksikliklerin tamamlanması için gerekli yerlere emir verilmiş ve taarruz tarihi ertelenmiştir.” yazmaktadır.
Fahrettin Altay, yıllardır seri üretime geçirmeye çalıştığımız Altay Tankına adını veren komutandır; bunu bilmeyen olabilir düşüncesiyle bir kez daha hatırlatmak istedim.
Masadaki kitaplardan biri de Fahrettin Altay’ın birinci basımı Nisan 2008’de yayınlanan ve 1912-1922 yılları arasında yaşadıklarını kaleme aldığı, “10 Yıl Savaş ve Sonrası 1912-1922” adlı kitabı.
Fahrettin Altay, o sırada tuğgeneral rütbesiyle Süvari Kolordusu Komutanı:
“Başkumandan nihayet taarruz kararı verdi. Düşmanın kuvvetli olmasından dolayı bu taarruzun ancak strateji baskınıyla mümkün olacağını kestiren Gazi Mustafa Kemal, bir kere de işi kumandanlarla müzakere etmeyi uygun bulmuş olacak ki 20 Ağustos 1922’de gizlice Akşehir’e geldi ve bir toplantı yaptı. Bu toplantıda Kurmay Başkanı ile Cephe Kumandanını, 1’inci ve 2’nci Ordu Kumandanlarını ve Süvari Kolordusu Kumandanı sıfatı ile beni bulundurdu. Yalnız 2’nci Ordu Kumandanı ordunun henüz kâfi kuvveti olmadığından, taarruzda muvaffakiyet olmazsa memleketin müdafaasının tehlikeye düşeceğini bildirdi. Başkomutan, taarruzun yapılacağını ve ona hazırlanılmasını kesin olarak bildirdi.”
“Taarruz 26 Ağustos’ta Afyon’un güney bölgesine baskınla başlayacak, İkinci Ordu iki kolordusunu (2’nci ve 4’üncü) gece yürüyüşleri ile gizlice 1’inci Ordu emrine aktaracak. Süvari Kolordusu da gece yürüyüşleri ile Sandıklı’ya giderek, piyadelerin düşman cephesini yarmasıyla müteakip içeri dalarak düşmanı inhizama (bozguna) uğratmaya çalışacak.”
Daha sonra Orgeneral rütbesine kadar yükselen Fahrettin Altay, Büyük Taarruz öncesinde komuta kademesinin şu isimlerden oluştuğunu belirtiyor kitabında:
Başkomutan: Mareşal Gazi Mustafa Kemal (Atatürk)
Genelkurmay Başkanı: Orgeneral Fevzi (Çakmak)
Garp Cephesi Orduları Komutanı: Tümgeneral İsmet (İnönü) / Kurmay Başkanı: Albay Asım (Gündüz)
1’inci Ordu Komutanı: Tümgeneral Nurettin / Kurmay Başkanı: Kurmay Albay Emin (Koral)
2’nci Ordu Komutanı: Tümgeneral Yakup Şevki / Kurmay Başkanı: Kurmay Albay Hüseyin Hüsnü (Erkilet)
Süvari Kolordusu Kumandanı: Tuğgeneral Fahrettin (Altay) / Kocaeli Grup Kumandanı: Kurmay Albay Halit
1’inci Kolordu Kumandanı: Kurmay Albay İzzettin (Çalışlar)
2’nci Kolordu Kumandanı: Kurmay Albay Ali Hikmet (Ayerdem)
3’üncü Kolordu Kumandanı: Kurmay Albay Şükrü (Naili)
4’üncü Kolordu Kumandanı: Kurmay Albay Kemaleddin (Sami)
5’inci Kolordu Kumandanı: Kurmay Albay Kâzım (İnanç)
“26 Ağustos 1922 tarihinde şafakta başlayan Büyük Taarruz, altı gün altı gece devam etmiş ve Mehmetçiklerin aslanlar gibi taarruzlarıyla düşmanın büyük kısmı kılıçtan geçirilmişti. 31 Ağustos’ta güneş, Türklerin büyük zaferiyle doğmuştu. Aynı günün sabahı Atatürk’le harp sahasını dolaşıyorduk. Etraf binlerce insan ve hayvan ölüleriyle âdeta bir mahşer yerini hatırlatıyordu. Büyük Asker bu manzara karşısında çok rahatsız oldular ve ‘Bu feci manzara, bütün insanlık için utanç verici bir olaydır ama biz vatanımızı korumak için gerekli savunmamızı yaptık. Buna bizi zorladılar’ demiş ve ölüler kaldırılıp gömülünceye kadar hiçbir yerli ve yabancı gazetecinin bölgeye sokulmamasını kesin olarak emretmişlerdi. ‘Bu feci manzarayı gören ecnebiler, yarın bizim için neler söylemezler’ demişlerdi. Bunun üzerine, Atatürk’ün emri tutulmuş ve ölüler gömülünceye kadar bölgeye hiçbir gazeteci ve fotoğrafçı sokulmamıştır. Böylece, o durum hiçbir gazetede resimlenmemiş ve fotoğrafla belgelenmemiştir. Hâlâ da o manzarayı gösteren bir resim de yoktur.”