Roketsan Genel Müdürü Murat İkinci SAHA MBA katılımcılarına ve mezunlarına “Denizlerin Altından Uzayın Derinliklerine Roket ve Füze Sistemleri” konusunda sunum yaptı.
“Bizim işimiz füze ve roket” diyen İkinci, roket ve füzelerin kısaca geçmişini anlattı.
Temel teknolojiler, yaşanan sıkıntılar, neden füze ve roket teknolojileri önemli, bunları milli yapmak neden önemli, geldiğimiz nokta itibarıyla hangi durumdayız gibi konulara değinen İkinci, “Roket ve füzeler arasındaki temel fark şu: roketler aslında sahip oldukları motor itki gücü ile serbest düşüş ve serbest hareket kanunları gereği hedefine gitmeye çalışan daha çok sahada etkinliğini sağlayan sistemler olarak düşünülebilir. Füzelerde ise güdüm ve güdüme bağlı olarak kontrol var yani füze havada hedefine doğru kendisini yönlendirebilecek mekanizmalara sahip ve hedefini de belli bir doğrulukta vurma kabiliyetine sahip olan silah sistemleri. Temelde ikisinin arasındaki fark bu. Bu farkı göz önüne alarak aslında bütün hava savunma sistemlerinde kullanılan, satıhtan satıha kullanılan, havadan havaya kullanılan bütün silah sistemlerini sınıflandırabiliriz” dedi.
Roket ve füze arasındaki farkı kısaca özetleyen İkinci, dünya tarihinde roket ve füzelerin gelişim sürecine de değindi.
İkinci, konuya ilişkin şunları söyledi:
“Kısaca özetledikten sonra roket ve füzelerin aslında dünyadaki tarihinde bahsetmekte fayda var. Roket ve füzelerin aslında ortaya çıkışı çok eski tarihlere dayanmıyor. Geçmişte özellikle Çinlilerin barutu keşfinden sonra ateş oklarının barut gücüyle fırlatılmasını sağlayıp özellikle binaları yakarak etkisiz hale getirecek silah sistemlerini kullandıkları rivayet ediliyor. Modern anlamda füzelerin ortaya çıkışı İkinci Dünya Savaşı ile birlikte oluyor. Almanların Dan Brown denen bir bilim adamı var. Alman subayı. Bu bilim adamı 1944’lerde “Versiyon 2 (V2)” denen bir roketi özellikle düşmanın üzerinde baskı unsuru oluşturmak üzere icat ediyor ve üretimine başlıyor. Bu sıvı yakıtlı roket aslında yaklaşık 3000 üzerinde üretiliyor ve kullanılmaya başlanıyor. Üzerinde çok iptidai bir mekanik sayaçla hedefine yaklaştığı anda düşmeye yarayan bir mekanizmayla yapılmaya çalışılmış. Burada ortaya çıkan deneyim aslında şu anda bütün silah sistemlerinde kullanılan teknolojinin temelini oluşturuyor.”
Alman subayı Dan Brown’ın İkinci Dünya Savaşı sonrası NASA ile çalıştığını da aktaran İkinci, “Dan Brown, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Amerika’daki NASA’nın hayata geçirdiği APOLLO programının da en önemli ve etki sağlayan mühendislerinden biri olarak çalışmaya devam ediyor. Özellikle yapmış olduğu motor teknolojileriyle, sıvı yakıt teknolojili motorlarla Ay’a ulaşma konusundaki programın en önemli aktörlerinden birisi” ifadelerini kullandı.
Roket ve füze teknolojilerinin Türkiye’deki gelişimine de değinen Murat İkinci, “Roket ve füze teknolojisinin Türkiye’deki tarihçesine bakacak olursak; Türkiye’de de çok büyük bir geçmişe sahip değil. 1960’larda özellikle “Bandırma Füze Kulübü” diye bir kulüp var. APOLLO programına paralel olarak dünyadaki uzaya olan ilgiyle beraber Türkiye’de bir araya gelmiş lise öğrencilerinin oluşturduğu bir grup bu. “Marmara Roketi” adı altında roket denemeleri yapıyorlar. Başarısız oldukları roketler var ama sonra yılmadan usanmadan yapmış oldukları çalışmalar sonucunda başarılı atışlara da imza atıyorlar. Ancak onların çabaları da belli bir süre belli nedenlerden dolayı ortadan kalkıyor. O günden sonra aslında Türkiye’de roket ve füze anlamında kayda değer çalışmalar maalesef oluşturulamıyor” şeklinde konuştu.
Bandırma Füze Kulübü’nün girişimleri ve geçen sürenin ardından Roketsan’ın faaliyetlerini mercek altına alan İkinci, şunları söyledi:
“Sonrasında 1988’de Roketsan’ın kuruluşuyla beraber özellikle NATO mühimmatlarını, NATO roket ve füze sistemlerini Türkiye’de üretmek üzere bir çaba içerisine giriliyor. Burada en önemli eksiklik ise yetişmiş insan gücü. Daha önce bu konuda deneyimli bir mühendislik birikimi olmadığı için ilk başta bu ekibin oluşturulması için çok büyük bir gayret gösteriliyor. Roketsan’ın dışında roket ve füze teknolojileriyle ilgili çalışan Makine Kimya Endüstrisi (MKE), TÜBİTAK gibi kurumlar da araştırma kurumları olan üniversiteler de belli çalışmaların altına imza atıyorlar. Bunların bir çatı altında toplanması Roketsan kurulduktan sonra ortaya çıkıyor. Roketsan kurulduğunda ilk üretimleriyle beraber teknoloji konusunda bir birikim elde etmeye çalışıyor. Roketsan’ın yapmaya çalıştığı ilk aşamada milli bir mühendislik birikimi oluşturmaya çalışmak. Takdir edersiniz ki o zaman da herhangi bir üniversitede herhangi bir kurumda bununla ilgili teorik dışında bilgiye sahip olmayan mühendis gruplarının bir amaç doğrultusunda bir araya gelip çalıştıkları bir ortamdan bahsediyoruz. Belli bir birikime ulaşmak çok kolay olmamış.”
Belli bir bilgi birikimine ulaştıktan sonra üretime başlayan Roketsan’ın geliştirdiği sistemlerden bahseden İkinci, “1995-1996 yılları içerisinde kuruluşundan yaklaşık 7-8 yıl sonra Roketsan kendi özgün tasarımıyla “Roketsan Çok Namlulu Roketatar” sistemini hayata geçirmeyi başarmış. Bunun için de çok gayret göstermişler ve bu ürünler TSK tarafından kullanılmaya başlanmış. Bunlar 107 mm ve 122 mm roketatar sistemleri. Bu roketatar sistemleri aslında TSK için üretilen ilk özgün roket sistemleri diye adlandırılabilir” dedi.
İkinci, bu sistemlerin devreye girmesinden sonra bilgi birikimi ve insan kaynağının hızla büyümeye başlamış ve 2010 yılından sonra da özellikle güdümlü füzeler ve roket teknolojileri konusunda kırılım yaşandığını vurguladı.
Roketsan özelinde yaşanan bu ilk kırılımla ilişkili olarak Murat ikinci, “2011 yılında ilk milli füzemiz olan CİRİT, TSK envanterine dahil oldu ve TSK tarafından kullanılmaya başlandı. Lazer güdümlü bir füze olan CİRİT, bütün platformlardan atılabilen ve ihracatta da büyük bir başarı yakalamış bir ürün olarak aslında Roketsan ‘ın en önemli kabiliyet alanlarından birinin gelişmesini sağladı. 2011 yılında yapılan bu çalışmayla beraber aslında bize kazandırdığı en önemli özellik; Türk mühendislerinin artık Roketsan’da kendi özgün füze tasarlama konusundaki güveninin tahsis edilmesi. Bir de yeni gelecek olan mühendis arkadaşlara öğrenecekleri bir background yani teknoloji bilgi birikiminin oluşması. Bugüne gelene kadar aslında Roketsan, bizim sunumumuzun da başlığı, denizlerin altından uzayın derinliklerine roket ve füze teknolojileriyle TSK ihtiyaçları başta olmak üzere bütün ürünleri neredeyse portföyünde gerçekleştirdi. Bunları başarıyla kullanıma sundu” ifadelerini kullandı.
Bir kırılım noktası daha yaşandığını anlatan İkinci, bir sonraki kırılım noktası ile ilgili detayları şu şekilde aktardı:
“İkinci kırılım noktası ise ülkemizin roket ve füze teknolojileri açısından baktığımızda insansız hava araçlarının ve insansız sistemlerin devreye girişiyle oldu. Aslında bizim MAM-L ve MAM-C ürünlerimiz CİRİT ‘te elde etmiş olduğumuz birikim ve tecrübenin bir sonucu olarak ortaya çıktı. Bu sonuçla beraber kendi insansız platformlarımızın etkin bir şekilde vuruş kabiliyetlerinin yükseltilmesi ve sahada etkin olarak kullanılmasının önü açılmış oldu. Burada MAM-L ve MAM-C aslında CİRİT projesinden elde edilen tecrübeyle kısa zaman içerisinde hayata geçirildi. MAM-L özellikle tanksavar olarak adlandırdığımız bir uzun menzilli tanksavar füzemizden geliştirilerek kullanıma alındı. MAM-C de aslında CİRİT füzesinin motoru çıkarılmış hali olarak devreye alındı. MAM-L ve MAM-C dünyada TB2 ile beraber çok ciddi bir etki yaptı. Savaş konseptini, terörle mücadele konseptini ve bu konuda dünyadaki doktrinlerin çoğunun değiştirilmesine yol açacak bir etki ortaya çıkardı. Bu etki ülkemiz açısından son derece önemli. Çünkü TSK’nın kullandığı kendi özgün platformları sayesinde TSK’nın sahada elde etmiş olduğu bilgi birikimini teknolojik olarak ürünlere yansıtma fırsatını bulduk. Bunun için çok önemli. Bir de insan kaynağımızı geliştirdik.”
“Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu roket ve füze teknolojilerini hayat geçirebilecek birikime ulaşmış olduk. Buna ulaşmak kolay bir şey değildi. Çünkü hiçbir devlet hiçbir yabancı kuruluş elindeki roket ve füze teknolojisini diğer ülkelerle paylaşmıyor” diyen İkinci, gelinen noktanın Türk savunma sanayii ekosisteminde yer alan firmaların dayanışmasının bir sonucu olduğunu da ekledi. Roket ve füzelerin öneminden ve sahip olmanın bir ülke açısından neden önem arz ettiğinden bahseden Murat İkinci, “Roketsan’ın en önemli hedefi tehdidi ortaya çıktığı noktada bertaraf edecek teknolojileri geliştirip TSK başta olmak üzere dost ve kardeş ülkelerin kullanımına sunabilmek. Tehdidi çıktığı ortamda bertaraf edecek teknoloji ile uzaktan sizin için tehdit olacak, sizin için tehdit olma potansiyeli olan faktörleri tespit edip o faktörü uzaktan herhangi bir insan faktörü devreye girmeden etkisiz hale getirebilecek teknolojilere sahibiz. Türkiye için tehdit olabilecek odaklar herhangi bir askerimizin müdahalesine gerek kalmadan uzaktan sahip olduğumuz teknolojilerle bertaraf edilirse bu tehditler Türkiye’ye herhangi bir zarar vermeden ortadan kaldırılabilir. Böylece biz herhangi bir sıkıntı çekmeden hiçbir Mehmetçiğimizin, evladımızın, burnu bile kanamadan bu tehditlerden kurtulma fırsatı yakalayabiliyoruz. Son yıllarda yapmış olduğumuz özellikle terörle mücadeledeki başarının altındaki faktörlerden bir tanesi de bu” ifadelerini kullandı.