Türk İli Kerkük
Misakı Milli sınırları içerisinde yer alan ve bu neticede vatanımızın bir parçası olarak kabul ettiğimiz Kerkük’ e, 2017’ nin başlarında Bölgesel Kürt Yönetimi bayrağının çekilmesi, devamında ise Kürtçe’ nin resmi dil olarak kullanılmaya başlanması tarih bilinci yerinde olan her Türk vatandaşını olduğu gibi beni de derinden yaraladı.
Türkmenlerin çoğunlukta yaşadığı ve kültürel bağlarımızın olduğu Türk iline bu yapılanlar yetmezmiş gibi bir de Kerkük’ ün sözde bağımsızlık özde ise Türkiye’ nin doğusunda var olan milli güvenlik tehditlerini arttırarak Türkiye’ yi vurmak için yeni bir üs kurmak amacıyla yapılması planlanan bağımsızlık (!) referandumuna katılacağının açıklanması beni Kerkük şehrinin ve sorunların tarihçesini dar bir kapsamda da olsa ele alan bu yazıyı kaleme almaya itti. Bu aşamada Mustafa Kemal Atatürk’ ün vatanımızın sınırları ile ilgili yaptığı şu açıklamaya göz atmak gerekir.
Mustafa Kemal Atatürk: “ Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudud meselesi tayin ve tespit edilirken hudud-u millimiz İskenderun’ un cenubundan geçer, şarka doğru uzanarak Musul’u Süleymaniye’yi Kerkük’ü ihtiva eder. İşte hudud-u millimiz budur dedik! ” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri s.74, Ankara 1961) Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Atatürk, Misakı Milli’ nin kabul ettiği sınırları işaret ederek Kerkük’ ün Türk toprağı yani vatan toprağı olduğunu belirtmiştir. Bu doğrultuda vatan toprağında işgalci konumda bulunan ve Türkmenler’ e her türlü zulmü yapan Barzani’ ye bırakın müdahale etmeyi basın aracılığı ile “Kerkük Türk toprağıdır ve öyle de kalacaktır.” diyememek basiretsizlik değil de nedir ?
Osmanlı İmparatorluğunu kastederek “Bizim atalarımız 1000 yıl dünyaya hükmetti.” diye şartlanmış gibi her fırsatta bu cümleyi tekrarlayan beylerin yanı başımızdaki vatan toprağı Kerkük hakkında adeta üç maymunu oynarcasına herhangi bir açıklama yapmaması ya da yapamaması tarihimiz adına utanç verici bir durumdur. Fakat hükümet kanadının caydırıcı eylemler uygulamasını beklemeden, sahip olduğu milli bilinç doğrultusunda Kerkük’ deki haklarımızı ve Türkmen kardeşlerimizi savunmak için elinden geleni yapacak büyük bir topluluk vardır. Memleketinin geleceğini tasalanarak düşünen ve elinden geleni yapmaya şimdiden hazır olan bu topluluk bizim umudumuzdur, ümidimizdir. Paragrafın başında da belirttiğim gibi bu yazıyı kaleme almaktaki amacım ulaşabileceğim insanlarda elimden geldiğince bir tarih bilinci oluşturmak ve onları memleketinin geleceğini düşünen ve vatan aşkıyla yanmış olan bu büyük topluluğun bir üyesi haline getirebilmektir. Bu bağlamda işe Kerkük şehrinin tarihçesi ile ilgili bilgi vererek başlamak konunun anlaşılırlığı açısından faydalı olacaktır.
Şehrin Tarihçesi
Kerkük’te yapılan arkeolojik çalışmalar neticesinde ilk yerleşim işaretlerinin M.Ö 2000’ li yıllara kadar uzandığı tespit edilmiştir. Kerkük’ün temel yapı taşının ise türkülere konu olan Kerkük Kalesi olduğunu belirtmek gerekir. Kale M.Ö 3000 yıllarında yapılmıştır ve Kerkük’ün en eski yapısı olma unvanını elinde bulundurmaktadır. Şehrin İslamiyet ile tanışması ise Kadisiyye Meydan Muharebesi ile olmuştur. Hz. Ömer komutasındaki İslam orduları M.S 636 yılında Sasanileri yenmiş ve bu doğrultuda Kerkük İslamiyet ile tanışmaya başlamıştır. Takip eden yıllarda Kerkük, bölgede kurulan ve yine bir İslam devleti olan Abbasiler’ in(M.S 750) sınırları içerisinde yer alır. 1055 yılına gelindiğinde ise Tuğrul Bey komutasında çoğu Oğuz boyuna mensup askerlerden oluşan ordu Irak’ a girer. Böylece Kerkük’ te 63 yıl sürecek Büyük Selçuklu dönemi başlar. Büyük Selçuklu idaresinden sonra Irak Selçukluları Kerkük’ te 12 yıl boyunca hüküm sürmüştür. 1130 yılında ise Kıpçak Türkleri Kerkük’ ün egemenliğini alır. Bu dönemde Kerkük’ ün ismi “Vilayet’ül Kıpçakiyye” olarak anılır. 1470 yılına kadar farklı boylarda da olsa Türklerin egemenliğinde kalan Kerkük, 1470 yılında yine Oğuz boyuna mensup bireylerin kurduğu Akkoyunlu devletinin egemenliği altına girmiştir. Akkoyunluların şehirdeki idaresi 1508 yılına kadar devam eder. Akkoyunlulardan sonra ise şehirde yönetimi Safaviler devir almıştır. Cihan padişahi Yavuz Sultan Selim’ in “Çaldıran Zaferine” kadar hüküm süren Safaviler, şehrin gelişmesine ciddi katkılarda bulunmuştur. Osmanlı idaresi altına giren Kerkük 1549 yılında Beylik, 1578 yılında ise statüsü arttırılarak Beylerbeyi olmuştur. Bu dönem Osmanlı kayıtlarına bakıldığında Kerkük ismi yerine “GÖKYURT” isminin kullanıldığı görülür. Kayıtlardan kullanılan bu isim şehrin her bir köşesinin has Türk olduğunun kanıtlarından yalnızca birisidir. Özellikle Kanuni döneminde askeri yönden Kerkük’ e ciddi yatırımlar yapılmış, Kerkük Kalesinde yeniçeri yetiştirilmeye dahi başlanmıştır.
Osmanlı Kerkük’ te 172 yıl süren hükümdarlık süresince mimari yönden oldukça önemli eserler hayata geçirmiştir. Elbette Kerkük yönetiminde tarih boyunca söz sahibi olmuş devletlerin de şehrin mimarisine yaptığı katkıları azımsamamak gerekir. Görüldüğü gibi Türk boylarının Kerkük ile olan bağları oldukça eskilere dayanmaktadır. Bu bağlamda tarihine ve kültürüne sahip çıkmayı her dönem kendine vazife edinmiş yüce Türk milletinin Kerkük’te yaşananlara sessiz kalmasını beklemek en hafif tabir ile saflık olacaktır. Fakat son günlerde bağımsızlık (!) referandumu iddiaları ile ortaya çıkarak yeraltı zenginlikleri, verimli toprakları ve her köşesi tarih kokan Türk ilini kendi sınırları içine katmak isteyen yapıya karşı hükümetimizin gerekli tepkiyi verememesi, tarihine sahip çıkmayı kendine vazife edinmiş her Türk vatandaşı gibi beni de derin bir endişeye sürüklemektedir.
Kerkük’ün Kapısını Biz Kurduk Yapısını
Yüzyıllardır Türk boylarının egemen olduğu Kerkük’ün mimarisinde tahmin edilebileceği gibi Türkler’ in izleri bir hayli büyüktür. Özellikle Osmanlı döneminde şehrin mimarisine ciddi katkılar yapılmış ve Kerkük bugünkü halinin büyük bir bölümünü bu dönemde almıştır. Şehrin geneline bakıldığında Kerkük’ de 60’tan fazla Türk eseri bulunur. Bu eserlerin en ünlü olanlarını şu şekilde sıralamak mümkündür: Gök Kümbet, Kerkük Kalesi, Nakışlı Cami ve Minaresi, Aziziye Kışlası ve 16 gözlü Taşköprü. Şehrin temellerini oluşturan bu eserler Türkler’ in Kerkük’ te ne denli etkiler bıraktığını gözler önüne seren örneklerden yalnızca biridir. Mimari eserlerin yanında edebi eserler ve sanatçılara da bakacak olursak, Kerkük’ ün aydın kesimini Türkmenlerin çoğunlukta olduğu bir grubun oluşturduğu görülür. Yani Kerkük özüyle de sözüyle de Türk ilidir. Tüm bunların yanında şehirdeki mahalle ve bölge isimlerinin de tamamının Türkçe olduğunu belirtmek gerekir.
Yapımı M.Ö 3000 yıllarına kadar uzanan bir yapı olan Kerkük Kalesi için şehrin çekirdeğini oluşturan bir yapıdır tanımı yanlış olmaz. Türkler’ in simgesi haline gelen bu yapı çeşitli bahanelerle 1990 yılından başlayarak 2003 yılına kadar uzanan süreç içerisinde yıkılmış ve onlarca eser, Türklerin yaşadığı evler harabeye çevrilmiştir. Yıkım emrini veren Saddam idaresinin amacı tahmin edilebileceği gibi şehirden Türk izlerini silmek ve Türkleri bölgede asimile etmeye çalışmaktır. Yıllar önce Saddam’ ın düştüğü yanılgıya bu günlerde düşen Bölgesel Kürt Yönetimine en sert cevabı vermek, Kerkük’ ün Türk toprağı olduğunu hatırlamak gerekir. Aksi halde bugün Kerkük diye direten yapı yarın Diyarbakır, Kars ve Doğu bölgemizde bulunan birçok şehrimiz üzerinde hak iddia etmeye başlayacaktır. “Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz.” İlkesi gereğince Kerkük’ e ve oradaki kardeşlerimize sahip çıkmak Türklerin asli görevidir. Bu vazifeyi göz ardı etmek ve şehirde yapılması planlanan bağımsızlık(!) referandumuna göz yummak tarihe sırt çevirmekten başka bir şey olmayacaktır.
Saddam rejiminin yerle bir ettiği Kerkük Kalesi içinde varlığını koruyabilen birkaç yapı kalmış durumda. Bunlar; Hristiyan kilisesi iken çeşitli düzenlemelerden sonra camiye çevrilen Ulu Cami, Gök Kümbet ve Danyal Peygamber Camidir. Gök Kümbet 1361 yılında 820 metre karelik bir alana yapılmıştır. Adeta harabeye çevrilmiş Kerkük Kalesi içerisinde ayakta kalan ve Türk mimarisinin oldukça önemli eserlerinden biri olan Gök Kümbet, Selçuklu Devletine mensup Buğday Hatun adına yaptırılmıştır. 2009 yılında Kerkük Kalesinde olduğu gibi tamir ve onarım amacıyla yapılması planlanan düzenlemede Gök Kümbet’ in orijinal çatısı tahrip edilmiştir. Tahrip edilen orijinal çatının yerine ise Türk mimarisinde yeri olmayan bir çatı yapılmıştır. Kerkük Kalesi içerisinde bulunan yapılardan Uryan Cami, Kilciler Pazarı, Hasan Pakiz Cami ve Seyit Necip Tekkesi de Türk mimarisini yansıtan eserlerdir.
Uryan Cami 1741 yılında Osmanlı İmparatorluğu tarafından Kerkük’ e kazandırılmış bir eserdir. Hasan Pakiz Cami ve Kilciler Pazarı bakım faaliyetleri yetersiz kaldığında harabeye dönmüş vaziyettedir. Bu iki mimari eserin durumu bile yıllardır bölgeye ne kadar ilgisiz olunduğunun ve el uzatılmadığının bir işaretidir. Yıllardan beri süregelen ve sistematik bir faaliyet olarak işleyen Kerkük’ teki Türk nüfuzunu yok etme işlemine artık bir dur denmesi gereklidir. Tarihine sahip çıkmayan bir devletin “Ben büyük bir devletim.” iddiasının içi boştur. Atalarımızdan bizlere miras kalan bu eserleri korumak ve yalnızca Kerkük değil vatanımız kabul ettiğimiz toprakları savunmak bugün de yarın da birincil vazifemiz olmalıdır. Bölgede yaşayan kardeşlerimizin çektiği acılara sessiz kalmak ve göz yummak Türk milletine yakışan bir hareket değildir. Temennim ülkeyi idare eden beylerin bir an önce silkelenip önceliklerini değiştirmeleridir. Vatan topraklarından mücadele dahi etmekten vazgeçmek Türk tarihinde görülmüş bir şey değildir. Bu bağlamda vatan toprağı olan Kerkük’ e sahip çıkmak boynumuzun borcu ve tarihi bize yüklediği bir görevdir.
Kerkük’ ün kapısını
Biz kurduk yapısını
Dünya sel olup gelse
Vermeyiz tapusunu