Asırlar önce gökyüzüne dalıp, oradaki şekilleri bayrağına işleyen bir kültürün, bugün gök ve uzay bilimlerinden bu kadar kopuk olması hepimize oldukça şaşırtıcı geliyor değil mi? Yükselmek bir yana, sürekli alçalmanın nedenini; on yedinci asırda yaşamış olan Lagari Hasan Çelebi’den, Vecihi Hürkuş’a, Nuri Demirağ’dan, Kirkor Divarcı’ya kadar bu yolda başarılı çalışmalar yapmış fakat hep görünmez eller tarafından önleri kesilmiş değerli insanlarımızın hayatlarına baktığımızda anlayabiliyoruz.
Bu yazımda arkadaşlarıyla birlikte, günümüzde bile yapılacak olsa ülkedeki herkes tarafından çılgınca karşılanacak büyük işlere imza atan Kirkor Divarcı ve Bandırma Füze Kulübü’nün hikayesine gidelim.
Yıl 1959… Dünyanın ilk yapay uydusu Sputnik’in uzaya gönderilmesinden 2 sene sonrası. Bandırma’da, yıllardır akılları uzay ile meşgul olan ve Sputnik’in uzaya gönderilmesinden sonra iyice heyecanlanan bir grup lise öğrencisi, Türkiye’de daha önce eşi benzeri görülmemiş çılgınca bir işe imza atarak, okullarında Bandırma Füze Kulübü’nü kurdular. Bu gençler, oldukça kısıtlı imkanlara rağmen hemen işe koyuldular. İnsanların ilgilerini uyandırmak amacıyla, okullarda kişisel olarak atom enerjisi, dış dünya, roket ve füzeler konularında konferanslar verdiler.
Güngör Gezer, Artuğ Sayıner, Osman Caran, Atilla Yedikardeşler ve Adnan Zambak isimli beş gencin kurduğu, ilk bakışta ilginç olsa da kaybetmeye mahkum bir oluşum olarak görünen bu kulüp, daha sonra katılan gençlerin üst düzey teknik bilgisi ve hummalı çalışmasıyla gerçekten füze tasarlayabilecek duruma geldi. Bir süre sonra Bandırma Füze Kulübü liseden ayrılarak “Bandırma Havacılık ve Uzay Araştırma Derneği” ismiyle resmiyet kazandı.
10 Ekim 1959 tarihine gelindiğinde ekip ilk füzesini fırlatmaya hazırdır. Bir metre boyunda, 10 santimetre çapında ve üç kilo ağırlığındaki Bernark tipi bu füze, yaklaşık 40 metre yükseğe çıktıktan sonra denize çakılır. Aynı yıl yapılan ikinci atış denemesi de başarısızlıkla sonuçlanır. Bu başarısız sonuçların ardından gençleri küçümseyici haberler yapılır. O dönemde Cumhuriyet Gazetesi yazarı olan Cevat Fehmi Başkurt, 10 Şubat 1960 tarihli yazısında gençlerin durumundan şu şekilde bahseder: “Gençler darılmasınlar. Bizlere biraz hak versinler. Onlar başka dünyalarda yaşıyorlar. Halbuki biz, daha bu dünyadaki meselelerimizi halledemedik. Durun bakalım. Parti kavgaları bitsin. Cezayir meselesi sona ersin. Kıbrıs’ta cumhuriyet ilan edilsin. Seçimler yapılsın. Kongreler tamamlansın. Elbet füzelere de sıra gelir.”
Gazetelerin yanı sıra insanlar da nerede görseler, “N’aber füzeciler, hani Ay’a gidiyordunuz?”, “Füzeci ağabey, dikkat et cebinde patlamasın!”, “Gazoza bak, senin füzenden iyi patlar.” gibi sözlerle alay ediyordu. Bir yandan maddi sıkıntılarla boğuşan gençler, bir yandan da konu hakkında hiçbir bilgisi olmayan bu alaycılara kulaklarını tıkayarak çalışmalarını sürdürmeye çalışırlar.
Alaycı kesime nazaran az da olsa, gençlerin çalışmalarının Türkiye için oldukça önemli olduğunu düşünen insanlar yok değildir. Derneğe desteğini hiçbir zaman esirgemeyen bu kişilerden Kenan Kurtkaya’nın “İlk Türk Füzeciler” başlıklı yazısı şöyledir: “Sene 1959… Bandırma’dayız. Sakal ve bıyıkları yeni terlemeye başlayan genç, önündeki kağıtlara eğilmiş mütemadiyen çiziyor, şekiller yapıyor, bir eli başında hesaplıyor, esmer esmer düşünüyor. Fakat teşvik ve yardıma bu çevre tarafından, garip tezatlar arz eden şekillerde (alayla) karşılandılar. Alay edip peşlerinden güldüler. Günlerini, evet en mesut ve gamsız günlerini, memleketleri için, ilim için harcayan bu gençler, ne acı ve ne garip bir tecelli ile karşılaştılar. Sayın Türk büyükleri; yaratıcı idealistlerin bu çırpınan başarılarına yardım edelim. Bu küçümsenemeyecek bir olaydır.”
1960 yılının şubat ayında üçüncü denemelerini yaparlar. İki kademeli ve otomatik ateşleme sistemine sahip, 10 santimetre çapında, 1,5 metre boyundaki füzeyi 750 metre yüksekliğe fırlatmayı başarırlar. Bir avuç gencin bu başarısı yabancı basında da büyük yankı uyandırır; Amerika, Hollanda ve İtalya’da uzay çalışmaları ile ilgili dergilerde yer alırlar. Amerika Basın Ataşeliği, Amerika’da yayınlanmak üzere dernek başkanı ile röportaj yapar.
Füzeci gençler artık ülkelerini yurtdışında temsil etmenini verdiği özgüvenle hareket ederler. Bu dönemde derneğin adı “Bandırma Havacılık ve Astronomi Roket Kulübü (BHARK)” olarak değiştirilir. Başarılar geldikçe derneğe üniversiteliler, uzmanlar, akademisyenler katılır. O dönemde derneğe katılanlardan biri de İTÜ Makine Mühendisliği’nde görev yapan akademisyen Kirkor Divarcı’dır. Hayali; kendi tasarladığı Marmara-1 isimli roketi fırlatmak olan Divarcı, nişanlısı ile biriktirdikleri 400 lirayı hiç düşünmeden füze için kullanacak kadar gönül vermiştir bu işe. Projesinin İTÜ tarafından onaylanmasının ardından Türk Silahlı Kuvvetleri ile temasa geçilir. Ordunun da desteğini alan Kirkor, ekibiyle birlikte gece gündüz çalışır ve 30 Ağustos 1962’de yani Zafer Bayramı’nda fırlatılması kararlaştırılır.
O gün geldiğinde, halkın ve basının heyecanlı bakışları arasında, bu zamanda bile çılgınca karşılaşacak bir olay gerçekleşmiştir: Üzerinde Türk bayrağı olan, 1 metre 33 santimetrelik, 1,5 kilogramlık ilk Türk füzesi Marmara-1 gökyüzünde süzülmektedir. 920 metre yüksekliğe çıkan füze, bazı teknik aksaklıklar ve şanssızlıklara rağmen, gökyüzünü zorlayan “ilk gerçek füzemiz” olarak tarihe adını yazdırır.vadeden çalışmaları sayesinde zamanla daha da güzel gelişmeler
Cumhuriyet Gazetesi yazarı Hamdi Varoğlu, 2 Eylül 1962 tarihli yazısında, gençlerin bu büyük başarılarına yapılan alaycı eleştirilere ve ilgisizliğe şu satırlarıyla karşı çıkar: “El alem gökleri fethetti, fezada dolaşmadık bucak bırakmadı, yakında Merih’e Ay’a, sonra belki öteki yıldızlara, sabah kahvesine gider gibi seyahat tertip edecek. Biz beri tarafta, bu işi merak edip sırrını keşfetmeye çalışan gençlerimize ilgi yerine uçak mezarlığı gösteriyoruz. Asıl utanç verici başka bir şey daha var: Bandırmalı gençlere en çok yardım eden Amerika Füze Kulübü imiş. İlgi yok, yardım yok, ama el birliği ile işin alayındayız. Hezarfen Ahmet Efendi’den bu yana bir arpa boyu yol alamamışız diyeceğim geliyor.”
Kirkor Divarcı’nın ve bu işe gönül vermiş idealist gençlerin umut yaşanır. Marmara-1’den sadece dört gün sonra Marmara-2 büyük bir başarıyla fırlatılır. Füze 822 metre yüksekliğe ulaşmış, toplamda ise 15 kilometre yol kat etmiştir. Aynı zamanda bu başarılı denemeyle ekip, amatörler arası füze yarışında Amerika ve Almanya’nın ardından dünya üçüncüsü olur. Bu büyük başarı, her tarafta konuşulur, aynı zamanda devletin ve ordunun da dikkatini çeker. Dönemin Cumhurbaşkanı ve Genel Kurmay Başkanı ekiple görüşür, destek sözü verirler. Bu destekler ekibi yeni projeler, daha güçlü, daha uzağa gidebilen roketler yapmak için oldukça motive eder.
Ekip artık neredeyse her hafta yeni bir atış denemesi yapmaktadır. Marmara-2’yi, Hürriyet-1 ve Hürriyet-2 füzeleri izler. Marmara-3 denemesinde füze havalanamaz. Uzun bir aradan sonra gelen bu başarısız sonuç, ekibin canını sıksa da şevkini kırmaz. Daha da hırslanarak, Marmara-4’ü yaparlar. Büyük bir fiyasko olan Marmara-3’ün aksine, Marmara-4 tam 5415 km yükseğe çıkarak müthiş bir başarı sağlar. Ekip, bu başarısından dolayı Hava Üs Komutanı Albay Halim Menteş tarafından tebrik edilir. Dönemin Cumhurbaşkanı Cemal Gürsel’in ise ekibe mesajı şöyledir: “Sizi yolunuzdan döndürmek isteyen kişiler bulunacaktır. Onlara içinizdeki, Türk milletine has, yapılmayacak gibi görünen şeyleri yaptıracak olan imanınızla cevap veriniz.”
Her şey güzel gidiyor, Kirkor ve ekibinin kendine güveni, moral ve motivasyonu her geçen gün artıyordu. Sürekli değişik projeler ortaya çıkartmaya başladılar. Sirius, Vega, Aktrüs, Ata-1, Uçan Türk bu projelerden bazılarıydı. İçlerinde en heyecan verici proje nitekim Aktrüs idi. 500 kilogram ağırlığında ve 4 metre uzunluğundaki bu roketle uzaya canlı gönderilmesi düşünülüyordu. Kapsülüne koyulan farenin hareketleri yol boyunca takip edilecek, roket 150 kilometreye ulaşınca kapsül ayrılacak, ayrılan kapsülden düşen fare paraşütle dünyaya inecek, böylece farenin durumu görülebilecekti. Aktrüs’ün yanında Vega da oldukça iddialıydı. 300 kilogram ağırlığında, 3,6 metre boyundaki roketin menzili 410 kilometre olarak tasarlanmıştı. 2017 yılı içinde Sinop’ta yapılan ve yere göğe sığdıramadığımız yerli füze denemesinin menzili 280 kilometredir. Elli senede bırakın bir arpa boyu yol gidebilmeyi, daha da geri gittiğimizi görmek ne kadar hazin, değil mi?
Bu başarılar, Türkiye’nin gelişmesini istemeyenleri rahatsız etmiş olacak ki, bir anda destekler çekilmeye, her şey tepetaklak olmaya başlar. Kulüp, önce 60’lı yılların gergin siyasi ortamından nasibini alır. 1966 yılında havacılık sergisinde sergiledikleri, Amerika Haberler Merkezi tarafından hediye edilen X-35 uçağının maketi sebebiyle bazı gazeteciler tarafından Amerikan propagandası yapmakla suçlanırlar. Kulüp başkanı Artuğ Saygıner, bu kötü suçlamalara şöyle cevap verir: “Bazı çevrelerce açtığımız sergi dolayısıyla ‘Amerikan propagandası yapmak’ isnadını şiddetle reddederiz. Sergiden gayemiz, en kültürlü kişilerce bile bilinmeyen, modern feza çalışmalarını halkımıza göstermekten ibarettir. Biz ne Amerika emperyalizmini, ne de Sovyet sosyalizmini tanıyoruz. Tek ışığımız, Türk milletinin senelerce köle olarak kullandığı devletlerden olan teknik geriliğini gidermek için ilk adımı atmamız ve Türk milletinin yüceliğidir.”
Bu da yetmezmiş gibi, ekibin beyni olan Kirkor Divarcı’nın evinde bilinmeyen bir sebeple yangın çıkar ve projelere dair tüm yazılı belgeler, planlar ev ile birlikte kül olur. Olay için şanssızlık denir ve üzerine hiç gidilmez, hala da aydınlatılmış değildir. Emekleri boşa giden Divarcı olaydan çok etkilenir, adeta hayata küser ve çalışmalarına bir daha başlamamak üzere son verir. Devamında da ekip hızla dağılır. Kısıtlı imkanlarına, tüm alaycı eleştirilere rağmen, uzay konusunda büyük işler yapan, Amerika, Almanya, Rusya ile yarışan ekipten geriye sadece birkaç gazete kupürü ve hayata küsen Kirkor Divarcı’nın unutulan hikayesi kalır.
İnsan ister istemez düşünüyor; bu karanlık olaylar olmasaydı eğer; bugün yine hava savunmamız için milyonlarca dolar harcar mıydık?