Amerika Birleşik Devletleri, görevi sırasında hayatını kaybeden Türkiye’nin Washington Büyükelçisi Mehmet Münir Ertegün’ün cenazesini, büyük bir jest yaparak Missouri Zırhlısı’yla Türkiye’ye gönderdi. (Elbette ABD’nin Missouri jestinin altında, çok daha farklı stratejik hesaplar vardı ama burada bu konuya girmeyelim çünkü işin içinden çıkmak için belki de bir tez yazmak gerekebilir.)
Bu olay aslında, ABD-Türkiye ilişkilerinde Kıbrıs Barış Harekatı’na kadar “İyi” denebilecek seviyede devam edecek bir sürecin de başlangıcıydı.
ABD ile Türkiye arasında imzalanan ikili anlaşmalar, Kore Savaşı, Türkiye’nin NATO üyeliğine kabulü, vb.
Ruslar, milattan sonra 900’lerin başından itibaren sıcak denizlere inebilmek amacıyla şu anda Türkiye’nin kontrolündeki Boğazlar’ı ele geçirmek için İstanbul’a (Ruslar, Şehirlerin Şahı anlamında Çargrad ismini vermiştir) çok sayıda sefer düzenledi.
Rusya devletinin, kurulurken belirlediği stratejik hedeflerden biriydi bu sıcak denizlere olan ilgi aynı zamanda.
Rusya’nın belki Türkiye’yi işgal planı vardı; belki de Türkiye öyle olduğuna inandırıldı; bu konuyu uzmanlar ve olmayanlar zaman zaman tartışıyor.
Yukarıda da belirttiğimiz gibi Kıbrıs Barış Harekâtı aslında bu süreci “Sekteye uğratan” gelişmelerden biri oldu.
Amerika Birleşik Devletleri Harekâta karşıydı; buna rağmen yapıldı.
Amerika Birleşik Devletleri “Harekâtı” değil ama “Haşhaş ekimini” gerekçe göstererek NATO müttefiki Türkiye’ye karşı silah ambargosu uygulamaya başladı.
Tabii ki ABD ile ilgisi olduğunu söylemiyoruz ancak bu tarihten itibaren Türkiye düşmanı “Hazır taşeronlarla” Türkiye’ye karşı açık bir asimetrik savaş başlatılması dikkat çekiciydi. (ASALA, iç siyasi kutuplaşma ve çatışmalar, farklı ideolojilere büründürülmüş çeşitli terör örgütleri ve terör örgütü PKK.)
Bu asimetrik savaşın devamında Çekiç Güç dönemine gelindiğinde, ABD-Türkiye ilişkilerindeki kırılma iyice belirginleşti.
– ABD kontrolündeki Çekiç Güç’e bağlı helikopterlerden terör örgütü PKK üyelerine dağlık arazide çeşitli erzak, silah, mühimmat atıldığı ve tüm uyarılara rağmen terör örgütüne desteği sürdüren helikopterlerden bir veya ikisinin TSK tarafından vurularak düşürüldüğü iddiaları,
– 2 Ekim 1992’de ABD’nin Saratoga Uçak gemisi görev grubuna bağlı bir savaş gemisinden, NATO tatbikatının dinlenme safhasında ateşlenen Seasparrow güdümlü füzeleriyle TCG Muavenet fırkateyninin vurulması gerçeği (Helikopterlere karşılık olduğu iddia edilir),
– Türk Özel Kuvvetler askerlerinin Irak Süleymaniye’de Peşmerge takviyeli ABD askerlerince gözaltına alınması,
– ABD’nin Suriye’deki terörist gruplarla ittifak kurması,
– Türkiye’nin S-400’leri satın alması; ABD’nin bunu gerekçe göstererek teslimi yapılmış ancak henüz Türkiye’ye gönderilmemiş F-35 uçaklarına el koyması ve ardından Türkiye’yi JSF projesinden çıkarması. (Birinci Dünya Savaşı öncesinde de İngiltere, parasını peşin aldığı halde Osmanlı Devleti için ürettiği dretnotları teslim etmemişti.)
Ve aralara enjekte edilebilecek bilinen veya bilinmeyen çok sayıda olay…
Pakistan, 30 adet Atak Taarruz, Taktik Keşif Helikopteri satın almak için Türkiye ile bir sözleşme imzalamıştı.
Amerika Birleşik Devletleri, Atak helikopterlerde kullanılan ABD üretimi motorların ihracatına izin vermedi ve bu satış henüz gerçekleşemedi.
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, birkaç gün önce Bloomberg’e verdiği mülakatta, şöyle demişti:
“Rusya ile her konuda anlaşıyor değiliz. Suriye ve Esed’in geleceği, Hafter, Kırım gibi konularda anlaşamıyoruz. Bunlara rağmen ilişkilerimizi yapıcı bir diyalogla yönetebiliyoruz. Neden aynısını ABD ile de yapmayalım? Fakat size başka bir ülke gelir de maksimalist bir pozisyonla isteklerini ‘Ya benim dediğim şekilde yaparsınız ya da kendi yolunuza gidersiniz’ tavrıyla dayatırsa, bu sizi başka yönlere iter. ABD, Pakistan’a yapmayı planladığımız savaş helikopteri satışını engelledi. Bu muhtemelen söz konusu ihalenin Çin’e gitmesine neden olacak ve burada kaybeden ABD olacak. ABD ile ilişkimiz, birbirimizi karşılıklı olarak güçlendirebileceğimiz ve ortak sorunları veya endişeleri birlikte ele alabileceğimiz çok yapıcı bir şekilde işleyebilir.”
Savunma Sanayii Başkanı Prof. Dr. İsmail Demir de STM firmasını ziyaretinde gazetecilerin sorularını cevaplandırdı.
Prof. Dr. Demir, Pakistan’dan Atak helikopteri ihracatına yönelik 6 aylık ek sürenin alındığını, izin sürecinin beklendiğini belirtti.
Savunma Sanayii Başkanı Prof. Dr. İsmail Demir’in 7 veya 8 uçaktan oluşan ilk parti Hürkuş Temel Eğitim Uçağı teslimatına hazırlanıldığı müjdesini verdiğini de hemen burada belirtelim.
Sonuç olarak bakıldığında, Amerika Birleşik Devletleri’nin tutumunu farklı şekillerde yorumlamak mümkün.
Öncelikle dünyanın önde gelen helikopter üreticisi firmalarına sahip olduğu için Atak helikopteri kendi ürünleri açısından “Ciddi bir rakip” olarak görüyor; güçlendirmek istemiyor ve “Motorundan vuruyor.”
Bir diğer yorum, “Denetiminde tutmak istediği” Türkiye’yi cezalandırmak ve kendince yola getirebilmek amacıyla, “Çıkarlarını da göz ardı ederek” farklı alanlarda önünü kesmeye çalışıyor.
Yukarıda ifade ettiklerimizin her ikisi de mümkün.
Bilmediğimiz farklı hususlar da olabilir…
Pekiyi, –İbrahim Kalın’ın açıklamaları da göz önüne alındığında– ABD neden Türkiye’ye karşı böyle katı bir tutum içinde?
İki ülke için “Kazan-kazan” bağlamında ortak bir anlaşma zemini yok mu?
ABD’nin çıkarlarını sürdürmek ve sahip olduğu süper gücü devam ettirebilmek adına bu yönde adımlar atması normal ama öyle bir nokta var ki bu konuda “Normal koşullarda” Türkiye’yi ikna etmesi mümkün değil.
ABD’nin Orta Doğu Planlarının Türkiye açısından kabul edilmesi mümkün olmayan birtakım oluşumlar içerdiği yönünde endişeler derin.
Bu planlar kapsamında, geçmişte birilerine verdiği birtakım sözler olduğu da iddia ediliyor.
Bazı araştırmacılar, ABD’nin Türkiye’yi ikna etmek konusunda bugüne kadar farklı yöntemler denediğini ancak başaramadığını öne sürüyor.
Amerika Birleşik Devletleri çok geniş imkânlara sahip, çok güçlü bir devlet.
Bu gücünü uluslararası alanda sık sık kullanıyor ve dünyayı istediği yönde değiştirebilmek adına cüretkâr girişimlerde bulunuyor.
Elbette bu güç bir parça “Kibir” de üretiyor…
“Hayatta kalmak” hemen her canlının temel dürtüsü.
Aynı şeyi devletler için de söylemek mümkün.
Bu dürtüye sahip olan her devlet, “Güçlü bir şekilde varlığını sürdürebilmek” adına elbette yeri geldiğinde canını dişine takarak mücadele edecek; yeri geldiğinde çeşitli ittifaklar yapacaktır.”
ABD’nin bu hesapları çok iyi yaptığından zaten hiç kimsenin şüphesi yok.
Satırlar boyunca anlattıklarımız da hemen herkesin bildiği şeyler.
Gelecek süreç, “Yapılan hesapların sağlamasını”, “Kazananları” ve “Kaybedenleri” gösterecek.
Hiç kimse tek başına kazanmayacak, tek başına kaybetmeyecek…
Ancak…
Bizim asıl merak ettiğimiz, “Kazanacak” olanlardan ziyade “Kaybedecek” olanlar.